Hemen ve peşinen söylemeliyiz ki,” devletin,” yani, devlet çarkını döndüren “hükümet”lerin böyle bir yetkisi olamaz, olmamalıdır.

                Devlet, sadece kendine yani devlete karşı işlenen suçlarla ilgili  olarak “af” düşünebilir ki, onunda sınırları olmalı, belli sınırlar dahilinde ve kapsamında yapılmalıdır.

                 Terörist faaliyetlere katılmamış, devlet aleyhine yabancılara ajanlık yapmamış, bölücü ve ayrıştırıcı  eylemler içinde bulunmamış, can almamış, sadece düşünce ve ifadesinden  dolayı hüküm giymiş olanlara devlet, çok sınırlı olarak af çıkarabilir. Devleti, dolayısıyla milleti çalanları da, çaldıklarını güncelleyerek ödemesi şartıyla af edebilir.

                  Bunun dışında, kişilerin diğer kişilere karşı işlediği suçlarda devletin asla ve kata af yetkisi olamaz.

                   Peki bunlar affedilemez mi?

                   Elbette affedilebilir.

                   Ama, burada af yetkisi, devletin değil,  maktulün yakınlarına, varislerine aittir, olmalıdır.

                    Yani, kim mağdur edilmişse, kime zulmedilmiş, haksızlık yapılmışsa, kim acıya duçar edilmişse, af yetkisi onundur, ona sorulmalıdır.

                    Maktulün varislerine sorulur ve dört tercih sunulur. Bunlar: Cezasını çekmesi, yani “hapis” yatması, idam edilmesi, yani “kısasa kısas” uygulanması, affedilmesi ve birde “diyet” ödemesi şeklindedir.

                     Mağdur yakınları bunlardan birini tercih eder ve tercih etme yetkisi tamamen kendilerine aittir, ait olmalıdır.

                     Devlet, vatandaşa ait bu konuda, vatandaşın iradesi dışında bir irade ortaya koyamaz, asla koymamalıdır.

                     Burada “devlet” nedir ve vazifesi nelerdir sorusu akla gelmektedir.

                     Devlet, halkının hizmetlerini, her türlü hamallığını yapmak üzere, dahili ve harici güvenliğini, sağlığını, adaletini, eğitimini, alt ve üst yapı ihtiyaçlarını, ülkesinin ve milletinin savunmasın yapmak üzere, halkın örgütlediği ve bu işleri yapmak üzere, c.başkanından en alttaki işçi ve memuruna kadar parasını ödediği bir örgüttür.

                      Halkın kurduğu, halkın vazifelendirdiği ve cebinden parasını ödediği bir yapı, milletin isteği dışında bir şey yapabilir mi?

                      Elbette ki yapamaz, yapmamalıdır.

                      Yaparsa, o halkın, milletin kendi devleti olmaktan çıkar, faşizan, tepeden inmeci, başka güç kaynaklarına sırtını dayamış, otoriter, diktatör, iç ve dış küresel güçlere hizmet eden, onların dediğini yapan bir başka yapı haline dönüşür.

                       Güümüzde bunun çok sayıda örneklerini maalesef çok görmekte ve yaşamaktayız.

                       Hiç şüphesiz, bütün bunların olabilmesi için “ADİL VE BAĞIMSIZ BİR YARGININ” mevcudiyeti şarttır. ADALET ve ADİL YARGI olmadan, hiçbir şey mümkün değildir ve hiçbir şey konuşmamıza da gerek yoktur.

                       Genel olarak af; suçluları ödüllendirmek, teşvik etmek, caydırıcılığı ortadan kaldırmak, suçsuzu cezalandırmak, maktul yakınlarını iyice mağdur etmek, acılarını artırmak, onları mahfetmek ve adaleti topyekün sarsmak, ortadan kaldırmaktır.

                      Sosyal basında  öğretim görevlisi değerli Burhan Sadıklar hocamızın  yazdığı gibi; "Adaletin olduğu bir toplumda af cinayettir. Adalet yoksa, o daha büyük cinayettir!” sözü, yerinde bir tespit olup, mevzuyu çok güzel izah etmektedir.

                       Onun için, bir siyasetçimizin,  belli saiklerle ortaya attığı “af” teklifi, bu çerçevede değerlendirilmeli, ille de yapılacaksa, maktul yakınlarına bu tercih ve alternatifler sunulmalı, yetki ve karar tamamen onlara bırakılmalıdır.

                        “Kader mahkumu” ifadesi ise, fevkalade yanlış anlam ve amaçlarda kullanılmakta, istismar edilmektedir.

                        YARADAN, cüzi iradeyi insanoğluna vermiş ve hayır ile şerri göstermiş, tercihi kula bırakmış, imtihana tabi tutmuştur. Kendi akıl ve irademizi kullanarak yaptığımız kötü işleri, kadere yükleyerek kurtulmamız, suçlu olarak kaderi, dolayısıyla “KADERİ YARADANI” göstermemiz mümkün olmadığı gibi, “isyankar” olmamızı da doğurmaktadır.

                      Tırafik kurallarına uymayarak katlettiklerimizi ya da yaraladıklarımızı, çıkarlarımız uğruna öldürdüklerimizi, darp ettiklerimizi ya da çaldıklarımızı, öfkemize yenilerek bıçakladığımız ya da kurşunladıklarımızı, kirlettiğimiz çevreyi,  çökmesine sebep olduğumuz inşaatı, taciz veya tecavüze uğrattığımız  insanları, “kadere” yükleyerek, “kader mahkumu” sıfatıyla aklanmamız mümkün değildir.

                      Bir anlık dalgınlık, istemeyerek, kazaleyin, farkında olmadan ve bilmeden yaptıklarımız affa tabi olabilir. Ama, onu da takdir etmesi gereken devlet değil, maktulün varisleri veya yakınları olmalıdır.

                      Vicdan sahipleri elbette yapılması gerekeni yapacaktır. İranlı annenin, evladının katiline yaptığı gibi.