Şöyle böyle bir yarım asır önceydi. Bin dokuz üz altmışların sonları olmalı. Çok sevdiğimiz ilkokul öğretmenimiz Seyfettin Ayçiçek, Cumhuriyeti anlatıyordu. Ne güzel, ne çok, ne etkili anlatıyordu Hilafetten Cumhuriyete geçişi ve Atatürk’ü. Sınıfça mest hâlde, kendimizden geçmiş, mutlu mesut dinliyorduk. Okulun en acar öğrencisi (okul dediysem, yirmi sekiz öğrenciden oluşan, kimisi birinci, kimisi ikinci üçüncü, bazıları dördüncü ve beşinci sınıfa giden – birleştirilmiş- tek derslikli bir avuç köy okuluyduk) parmak kaldırdı:

‘- Cumhuriyeti Atatürk icat etti değil mi öğretmenim?’

Öyle ya, bu kadar muhteşem bir şeyi, ancak bir Türk, en büyük Türk Atatürk icat etmiş olmalıydı..

‘- Hayır çocuğum; Atatürk değil Avrupa icat etti Cumhuriyeti. Onu Büyük Atatürk, Batı’dan aldı ve çok sevdiği Türk Milletine armağan etti.’

Adeta yıkılmıştı acar öğrenci. Büyük hayal kırıklığı içerisindeydi. Olamazdı. Atatürk icat etmeliydi, bir Türk icat etmeliydi böyle güzel bir şeyi.

Hayal kırıklığına gark olan o acar öğrenci bendim.

Ve bir kelime daha öğrenecektim o gün, bir daha aklımdan- ömrümce- hiç çıkmayacak olan bir kelime: Batı!

Üzerinden on sene kadar geçmişti. Lise son sınıftaydım artık. Derslerden arta kalan zamanlarda – ne derslerden arta kalanı, sınav akşamlarında bile ‘Buhara Yanıyor’ları elimden bırakamayıp ertesi gün yazılıda zar zor geçer not aldığım  –kitap okumaya çalışan meczupluk günlerimdi. Elime bir kitap geçti. Adı ‘Batılılaşma İhaneti.’

Okumaya başladım, Okudukça aklım da karışmaya başladı. Aman Allah’ım. Bu neydi böyle. Yoksa, yoksa. O hayran olduğumuz ‘Batı’, başka bir şey miydi.

Aman Allah’ım; biz ‘Batılılaşarak’ kendimize, özümüze, dünümüze ‘ihanet’ mi etmiştik yoksa.

Yazar adeta, ne adetası düpedüz, yakın tarihle hesaplaşıyordu.

D. Mehmet Doğan ile tanışmam o gün oldu, ‘Batılılaşma İhaneti’ kitabıyla.

‘Aklımız karıştıran adam’dı artık o benim için.

Sözlükleri sevemedim ben. Türkçeyi ne kadar çok seviyorsam, sözlüklere o kadar uzağımdır; nedenini bulamadım. Belki her sene başında ‘sözlük alma’ mecburiyeti getirilmesindendir, belki de hemen her birinin soğuk yüzlü, bilgiç bakışlı, kibirli edalı ve sevimsiz duruşlarındandır, bilemem.

Bunların bir tek istisnası var: ‘Büyük Türkçe Sözlük.’

Onunla Yeni Şafak’ın biz abonelerine armağan ettiği günlerde tanıştık ahbap olduk. Tanışıklığımızın üzerinden şöyle böyle, hiç yoksa bir çeyrek asır geçmiştir. Hangi kütüphanede karşılaşsak onunla, bana göz kırpar, el sıkışır, hâl hatır ederiz.

En son bir ay kadar önce Aksaray’da, yedi asırlık Zinciriye Medresesi Kütüphanesi’nde, girişte sağ duvarda, ortalarda alttan üçüncü gözde soldan ikinci sırada baktım bir kitap bana göz kırpıyor: Hoş geldin diyor. Hoş bulduk denilmez mi yirmi beş yıllık dosta. Kucaklaştık. Hâl hatır, hoş beş. Görenler şaşırdı tabii.

Değerliydi, farklıydı, özeldi o sözlük bizim için.Çünkü onu bize D. Mehmet Doğan Ağbi armağan etmişti. Bize yani Türk Milletine.

Geçenlerde sordum: ‘Mehmet Ağbi, ‘Büyük Türkçe Sözlük’teki kelime sayısı kaç oldu?’

‘Yüz on sekiz bin beş yüz Fahri’ diye cevapladı kendileri.

D. Mehmet Doğan ismi, gençlik yıllarımın efsane isimlerinden birine dönüştü zaman içerisinde.

Bitmek bilmeyen, arada bir soluklanıp tekrar harekete geçen, bin bir kılıkla Türk Milletinin üzerine üzerine gelen, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubatlarla ‘postal giyerek’ halka posta koyan ‘Batılılaşma İhaneti’ çabalarına karşı bir kale, bir sur, bir serdengeçtiydi adeta D. Mehmet Doğan ismi.

Kâh Yunus’tu, kâh Dedem Korkut; bazen Malkoçoğlu’ydu bazen Seyit Battal Gazi. Kimi zaman Şeyh Edebalı oluyordu kimi zaman Molla Kasım.

Ama en çok Hacı Bayram’dı o; en fazla Hacı Bayram’dı, en sık Hacı Bayram’dı, evet.

Arada bir de Nasreddin Hoca.

‘Batı’ya, ‘Batılılaşma’ya karşı o hep ‘Anadolu’ydu.

Anadolu’da, Anadoluca, Anadoluyla.

D. Mehmet Doğan iliklerine kadar ‘Anadolu’ydu zira.

Gıyabi tanışıklığımız şifahiydi önceleri. Gün geldi vicahiyeye yani ruberuya-yüzyüzeye dönüştü: RTÜK üyesi olduğu günlerdi. Bin dokuz yüz doksan altı sonuydu. Kültür Müdürlüğünü yürüttüğüm belediye olarak onu merhum Akif’in 60. Ölüm Yıldönümü’nde Adapazarı’na konferansa getirmiştik.Konferans sonrası, artık olmayan o meşhur ASM’nin üst katında tavşan kanı çayların lezzetine beş basan harika muhabbetle başladığı dostluğumuz.

O gün bugün ben onun ‘Azizim’ dediği ‘kardeşi’ oldum, o benim ‘Mehmet’lerin en hası’ diye hitap ettiğim ‘Ağbi’m.

Yirmi yılda onlarca yüz yüze, yüzlerce söz söze konuşma görüşme hatıralarla bezeli bir dostluk bizimkisi.

Urfa’dan Yozgat’a, Mardin’den Edirne’ye Çankırı’dan İstanbul’a, Malatya’dan Aksaray’a; ben ‘neredeysem’ Mehmet Ağbi de ‘orada’dır kuşkusuz, bilirim. Şeksiz şüphesiz, mazeretsiz ivasız gelir, katılır zenginleştirir programlarımızı. Ne zaman arasam, bir yere davet etsem, ‘Nereye, kime?’ diye sormaz, tek baktığı takvimidir, ‘uygun muyum o tarihte’ diye.

O gönüldendir, gönüllüdür, gönülcedir.

O bir gönül adamıdır.

Gönül, vefa, muhabbet.

Bana TYB Sakarya Şubesi’ni kudurtmak istedi senelerce. Kendimce, kendimle, kendimden mazeretlerle erteledim bu isteği. En son iki bin dokuzda değerli yazar çizer arkadaşlarımla birlikte kurdum. Mutluluğunu unutamam.

On ikinci şubesini kurmuştuk biz TYB’nin otuzuncu yılında.

Bugün Türkiye sathında on beş şubesi, on sekiz temsilciliği, iki bin beş yüz üyesi olan dev bir kuruluştan, Türkiye Yazarlar Birliği’nden, kısaca biz ona TYB diyoruz, TYB’den söz ediyorum.

Orta halli bir siyasi parti kadar güçlü örgütlü diri ve millî bir kurumdan söz ediyorum.

Bu ‘dev yazar teşkilatı’nın başı da kurucusu da omurgası da, neferi de hedef çizeni de başkomutanı da odur.TYB’nin dünü de odur, bugünü de. Yarını da odur.

TYB eşittir D. Mehmet Doğan’dır.

Övgü de eleştiri de bunadır, bundandır, buncadır.

İtiraf edelim; ‘bizim mahalle’de Ankara pek sevilmez.

Bunun pek çok ‘haklı’ sebepleri olabilir.

‘İstanbul merkezli’yizdir biz, nedense. İstanbulla düşünür, İstanbulla sever, İstanbulla kızarız, doğru yanlış. Şuuraltımız İstanbulcudur bizim, doğru.

Ben de ‘A-kara, makara, en kara, Ankara’yı yazmış adamım.

Ama.Ama bir gün bir adam çıktı, ‘Ömrüm Ankara’yı yazdı.O adam bize Ankara’yı sevdirdi. Ben o kitaptan sonra Ankarasever oldum artık; her Ankara’ya gidişimde TaceddinDergâhı’na selâm veriyor, Hacı Bayram’da muhabbeti telezzüz eyliyor, eski Ankara sokaklarında huzuru teneffüs ediyorum.Artık Ankara daha bizim, daha bizden, daha bizce.Aslında biz de Ankaralıymışız da haberimiz yokmuş.

O kitabın yazarı da D. Mehmet Doğan.

Bizi Ankaralı yapan adam.

Biraz Sezai Karakoç, biraz Nuri Pakdil, biraz Necip Fazıl, daha çok Akif’tir o.

Ama en çok Nurettin Topçu’dur.

Nureddinîdir, Nureddin’dendir, Nureddin’cedir.

Bu da ona çok yakışmaktadır.

Özetle, kimdir D. Mehmet Doğan?

Büyük bit yazardır, evet.

Büyük bir Türkçecidir evet.

Büyük bit organizatördür evet.

Büyük bir birliğin kurucusu, şeref başkanı, akil adamıdır evet.

Tevazu edep haya vefa adamıdır evet.

Yiğit adamdır, mücadele adamıdır, sessiz bir devrimcidir evet.

Balkanlar’dan Türk Cumhuriyetlerine… nerede Türkçe yazan biri varsa haberdardır, dostudur destekçisidir evet.

O ülkemizin kültüründen sanatından edebiyatından sorumludur evet.

Evet; o bu ülkenin kültüre bakanıdır.

D. Mehmet Doğan; Türkiye’nin kültür’e bakanı.