İnsanlık tarihinin en ileri çağındaydık. Evet, en ileri, en medenî, en çağdaş bizdik artık… Teknoloji hiç bu kadar ileri, iki ülke arası uçaklarla hiç bu kadar yakın, uzaktaki iki insan konuşması telefonla hiç bu kadar kolay, okyanuslar ötesiyle iletişim görüntülü konuşmayla hiç bu kadar canlı olmamıştı asırlar boyu. İlerilik, ilericilik, mutluluk göz boyamacılığıyla hipnoz edilmişti yüz milyonlarca insan adeta.

Ya gerçek? Bin bir şatafatla gizlenmeye, üstü kat be kat örtülmeye çalışılan hakikat?

Bir varil petrolün bin masumun kanına bedel sayıldığı vahşi bir çağdaydık hâlbuki; vahşi, çılgın, acımasız bir çağda. İki yüz otuz iki ülkenin beş vampire emanet edildiği bir çağın tanığıydık. Kuzunun kurda emanet edildiği trajik çağın: Dünyanın en çok silah üreten beş ülkesi, savaşları durdurmakla yükümlü beş ülkeydi aynı zamanda. Sevsinler… Savaş karşıtlığı söylemleri, çağdaşlık, hümanizm, vahşetin cici maskesiydi demek!

Rakam her şeydi artık. Fert başına düşen milli geliriniz bilmem kaç on bin dolarsa siz ülke olarak kalkınmıştınız. Kara Afrika’sı açlıktan can çekişirken Beyaz Dünya onların malı ve canı üzerinde sefa sürüyordu.

Gökdelenler kuşatmıştı şehirlerimizi. Arastalar, kapanlar, çarşılar can çekişiyor, AVM’ler Kapitalizmin en matah tapınakları haline geliyordu günbegün, aybeay, yılbeyıl. Şehirlerimiz büyüdüğü oranda gönüllerimiz küçülmüştü: Garip başını sokacak nohut oda bakla sofaya bile razıyken zenginin otuz - kırk dairesi olağandı. Beş eve bedel cipi, yirmi eve bedel teknesi, elli eve bedel özel uçağı... Afrika safariydi onların aklında, Orta Doğu petrol. Dünyanın ilahı beş aile ile beş ülkeden ibaretti bu dünya da. Allah adeta dünyadan/gönüllerden uzaklaştırılmıştı usta işi ideolojiler, izmler, idealarla.

Sekiz milyar insan aynı dünyada, aynı ülkede, aynı kafedeydi adeta. Bütün âlem birdi, bir düzlemdeydi. Bir tık mesafedeydi. Sosyal medyaydı bu yeni dünyanın adı. İnternet üzerinden sanal bir dünya kurulmuştu artık. Sosyal medyada herkes allame, herkes entelektüel, herkes bilgeydi. Hakikatte zar zor bir ortaokul diploması alabilen bir tanıdığınızı İTÜ mezunu olarak görüyordunuz profilinde. Maşallah bütün sosyal medya dünyası Harvard Üniversitesinde ordinaryüs profesördü. İlaveten herkes dürüst, herkes namus timsali, herkes hayvanseverdi. Dünyaca. Kedisi köpeği olmak, yeni dinin amentüsüydü sanki. Anneannesinin adını bilmeyen, babaannesinin halini hatırını sormayan, bütçesinin yetersizliği gerekçesiyle annesine babasına hediye almayanlar binlerce liralık köpek maması, kedi patisi alabiliyorlardı. Böyle bir âlemdi işte sanal dünya. Âlem âlemdi yani. Herkes çok dindar, herkes çok Atatürkçü, herkes çok ilericiydi. Herkes her konuda bir ton laf edebiliyordu. Öylesine çok geliş’tir’il’miş’tik maşallah. Bir de cesurdu ki mübarekler. Her biri Hz. Ali kadar cesur ve yürekli olmuş, ellerindeki klavyeyi Zülfikar gibi kullanıyorlardı. Öylesine ustaca, öylesine cüretkâr, öylesine kelle alıcı. Klavye mücahidiydi her biri sanal dünyanın. Likenız kadar yeriniz vardı bu dünyada. Doğru yanlış, haklı haksız, mahrem aleni birbirine karışmış bir müphem âlemdi bu. Sevap günah muğlak bir hâl almıştı bu dünyanın gençliğinde. Atasözleri bile güncellenmişti: Bana likenı söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim!

Para peşin kırmızı meşin devri bitmiş, taksit taksit yaşar olmuştuk. Yaşama garantimiz varmışçasına geleceğimizi harcıyorduk. Kredibilitemiz kadar değerimiz vardı artık bu dünyada. Nakit para neredeyse rafa kalkmış, ekmeği suyu bile kredi kartıyla alır olmuştuk. Bankalar ömrümüzün hem atardamarı hem de toplardamarı hükmündeydi. Modern dinin Kâbeleri bankalardı. Her geliriniz her gideriniz credit cart üzerindendi bu mezhepte. İban diye parmak iziniz hükmünde, dünyada sadece size özel bir şey icat edilmişti. Her şey oradaydı. Günahınız sevabınız oradan takip ediliyordu şimdilerde. Atasözü bile vardı bu yeni uygulamanın: Dünyada iban, ahirette iman!

Üretimin değil tüketimin, merhametin değil fırsatçılığın, vermenin değil biriktirmenin, tevazuun değil gösterişin, liyakatin değil sadakatin, yapmanın değil eleştirmenin hâkim olduğu bir dünya hüküm sürüyordu günümüzde.

Sağ elin verdiğini sol elin görmediği günlerden yediğimiz içtiğimiz her şeyin fotoğraflarını paylaştığımız yıllara evrilmiştik.

Mutluluk Kaf Dağı’nın ardına kaçmıştı çaresiz. Huzur başını alıp gitmişti yaban ellere, umudunu kesip. Vefa çağdaş sözlüklerden istifasını verip kaçmıştı, mutsuz. Bereket dünyamızı terk eyleyeli seneler olmuştu.

Otuz beş sene önce bir mesai arkadaşımdan işitmiştim: Düğünlerin mahalle aralarında yapıldığı o eski yılların birinde, bir cumartesi akşamı, ilçenin en güzel şarkı söyleyen delikanlısı alkışlar arasında derme çatma sahneye çıkarılmıştı. Yüzlerce kişi alkış ve ıslıklara onu destekliyordu. Ünlü bir şarkıcı edasıyla sahnede yerini almıştı kahramanımız. Eline mikrofonu aldı. Alkışlar arasında şarkısına başlayacaktı. O da ne! Nutku tutulmuş, aklına hiçbir şarkı gelmiyordu şimdi. Halbuki yalnızken Hatasız kul olmazı söylerdi Orhan Amca’sıyla birlikte her gün en az on kere, Ben de özledim ben de’yi söylerdi Ferdi Abi’siyle beraber sekiz kere, Ayağında kundura yar gelir dura dura derdi altı kere İbrahim Tatlıses’le birlikte. Sağa baktı yok, sola baktı ı-ıh. Yukarıya baktı aklına bir şarkı gelmedi, aşağıya baktı aklına bir türkü gelmedi. Çare bulamadı.

Kahramanımız kendince bir çözüm geliştirmişti. Yüzlerce kişiye döndü, şu sözler döküldü mikrofondan: Bendeniz Abdullah Karanfil. Alayınıza hayırlı geceler! İndi gitti sahneden.

Bir daha da onu şarkı söylerken gören olmadı.

Çılgınca kendimizden geçtiğimiz bu dünyada, bir sabah, Covid-19 adında meşum bir virüs çıkageldi, ta Çin’den yola çıkıp, vahşi dünyamızın kulağına fısıldayıverdi:

“- Hişşt, alayınıza hayırlı geceler!”

Bin bir yasağı duymuş bilmiş yaşamıştık ama, bunu ilk kez keşfediyorduk: Sokağa çıkma yasağı! Aman Allah’ım, o da neydi öyle.

Bir saatten fazla evde durmaya alışmamış bidünyainsan artık evcil, evsil, evdil oluvermiştik. Salgınların tek geçerli kanunuymuş meğer tarih boyunca evlere bürünmek!

Şimdi dünya bir açık hava hapishanesiydi. Tadı kaçmıştı birden bire. Aklımızı başımıza almanın zamanıydı. Kendimize, içimize, özümüzde dönme günüydü. Gün go home günüydü. Hem de sekiz milyara birden go home. Evlerimize dönmüştük mecburen.

Bir şeyi fark ettik yıllar sonra: Bizim evimiz de varmış. Hatta dünyalar kadar güzel ve geniş bir evimiz. Hatta dünyamız.

Kitabı okumayı yazmayı keşfettik yeniden. Kütüphanelerimizi düzenledik bir bir. Almayı düşünüp de - dışarıdaki hayatın bin bir koşturmacasından - okumayı ihmâl ettiğimiz kitaplarımıza kavuştuk, akşam sabah kütüphanemize, kitap sayfalarına gömülür olduk. Eşlerimizin bir kitabı okumaya başladın mı kaybediyorsunuz kendini, dış dünyayla ilişkini kesiyorsun sitemlerine bıyık altından güler olduk, haz alarak.

Hızlı hayattan, makam mansıptan, yatırım analizlerinden, çek senet ödemelerinden, dolar avro borsa allemeliğinden, futbol maçı uzmanlığı ve tartışmalarından dolayı, hep ihmal ettiğimiz, hep kenara ittiğimiz, hep zihnimizin en arkasına postaladığımız aile büyüklerimizi hatırladık. Yenilendik resmen! Kaç senedir aramadığımız amcalarımıza, kaç bayramdır unuttuğumuz teyzelerimize Alo, ben yeğeninim dedik; doğum tarihlerine göre hayatımıza dokunan büyüklerimizi liste yapıp telefon ettik, tek tek hâl hatır sorduk, seneler sonra; nasıl sevindiler, nasıl sevindik.

Doğayı fark ettik, on beş metrekarelik bahçemiz bize on beş dönüm gibi geldi yeni dönemde. Soğanı patatesi, kurdu kuşu, çiçeği böceği fark ettik. Bahçe belledik, bahçe ektik, bahçe suladık. İçimiz dışımız bahçe oldu bir vakit.

Sonra komşularımız. Âh o bizim güzel komşularımız? Sahi nerelerdeydiniz siz senelerdir, niye görmedik biz sizi hiç dedik içimizden, dışımızdan selamlaşırken. Komşularımızla tanış biliş görüş olduk seneler sonra.

Hayvanları fark ettik, kedileri köpekleri mesela. Çatılarımızı yuva edinen kargalarla, muhabbet kuşlarıyla tanıştık. Güpgüzel zifiri siyah karga komşumuzun isimleri Muhsin ile Muhsine, muhabbet kuşlarının Muhlis ile Muhliseymiş. Komşu olduk, ekmeğimizi suyumuzu paylaştık salgın günlerinde onarla. Meğer bizim kadar, bizden çok onlarınmış.

Okuduk düşündük yazdık.

Bulduk sonunda. Evet evet, bulduuuuuuk!

Bulduğumuz şey kendimizmiş meğer. Kaybettiğimiz kendimize geldik. Kendimizi bulduk.

Aldanmışlığımızı fark ettik, geçiciymiş, oyalanmadan ibaretmiş her şey.

Bildik, dünyamız evimizmiş. Yuvamız da kalbimiz.

Teşekkürler Covid-19. Bize bizi hatırlattığın, kendimize getirdiğin için.

Hakkını ödeyemeyiz senin, pis mikrop!