Baro ve birçok meslek odası geçmişte ve özellikle darbe dönemlerinde, temel hak ve özgürlükler sözkonusu olduğunda, ve hususen 28 Şubat postmodern darbesinde çok kötü sınavlar verdiğini, hukukun üstünlüğü ve insan hakları konusunda siyasallaştığını, politik ve ideolojik hareket ettiğini ( tüm baro ve meslek odalarını kastetmiyor, toptancı yaklaşmıyoruz) biliyoruz.

                   Geçmişte yaşanalar bugün tekrar yaşansa, aynı çizgiyi devam ettirir mi, ettirmez mi onu bilemiyoruz. Ders alındığı kanaatini taşıyor ve bugün aynı politize ve ideolojik yaklaşımda değil, hukukun üstünlüğü ve insan haklarından yana tavır alacağını ümit ediyor ve inanıyoruz. Eskiden yapılanların hesabını bugünkülerden sormak gibi, geçmişte yapılanlarla bugünküleri suçlamayı da, hukuk dışı buluyor, dedenin yaptıklarını oğuldan veya torundan sorma gibi bir yaklaşımı da, kökten hukuka ve ahlaka aykırı buluyoruz.

                   Bu tespitlerden hareketle, baronun çoklu olması gerektiği gibi bir sonuca gitmek istediğimiz sanılmasın. Geçmişte yanlış yapılması, bugün bizimde yanlış yapmamızı asla meşru kılmamalıdır. Hangi şartta olursa olsun, siyasi, politik, ideolojik dar yaklaşımlar içinde veya intikam peşinde asla olmamalı, adaletten asla ve kata sapmamalıyız.

                  Netice olarak, siyasallaştığını, partizan ve ideolojik hareket ettiğini ileri sürerek, çoklu baro veya meslek odası yapma fikri;  baroyu daha çok siyasallaştırmanın, bölüp, parçalayıp itibarsızlaştırmanın, küçültüp etkisizleştirmenin, her partiye bir baro veya meslek odası tahsis etmenin yolu olacaktır ki, bunun doğru olmadığına düşünmekteyiz.

                 Baro veya meslek odası seçimlerinde adaletsizlikler, temsilde ve katılımda yetersizlikler varsa, onlar düzeltilmeli, belki yurt sathındaki tüm avukatların seçime iştiraki ile merkezi yönetim belirlenmesi seçenek olarak düşünülmeli, ama çoklu parçalanmaya asla gidilmemelidir. Neredeyse bütün baroların ve hususen de SAKARYA BAROSU’NUN ÇOKLU BAROYA KARŞI DURMASI BU KANAATİ DOĞRULAMAKTADIR.

                   Geçen hafta Sakarya Barosu’nun Yeniçami’den başlayacak yürüyüşlerine, başlangıçta izin verilmemesi, yarım saatte bitecek bir eylemin, 2-3 saat tartışma ve müzakerelerle geçirilerek, ondan sonra yürümeye izin verilmesi, ürkütülen kurbağalara değmeyecek düzeyde idi. Sonunda aklı selim galip gelip,  benimde orada olduğum, emir gereği vazifesini yapan emniyet güçlerine ‘ Bir vatandaş olarak Baro’nun yürüyüş hakkını destekliyorum’ diyerek desteğimi yetkililere beyan  verdiğim eyleme, geçte olsa  izin verilmesi memnuniyet verici olmuştur. Hakim, savcı ve savunma(AVUKAT) üçlüsünün bir bütün olduğuna, olması gerektiğine inanıyor, baroların sadece hukukun üstünlüğü ve temel insan hakları konusunda tarafsız ve bağımsız olmasının önemine vurgu yapıyor, baroların bir dernek veya sendika olmadığı, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olduğunu  da dikkatlere sunmak istiyor, yıllardır destek verdiğimiz yasamanın aklı selimle hareket edeceğini ummakta, inanmaktayız.

                                                           ZİRAİ DONATIM MÜZESİ

                Bundan 4-5 sene önce bu gazete de yazdığım bu konuyu bir kez daha ilgili ve yetkililere hatırlatmak istiyorum.

               ZİRAİ DONATIM’ın Sakarya’ da fevkalade yeri ve önemi olduğu, hem ülkemizin zirai  ihtiyacına yönelik üretimde bulunduğu, hem de binlerce kişiye istihdam ve ekmek kapısı olduğu ve Sakarya tarihinde yerini aldığı herkesçe bilinmektedir.

               Fabrikanın yerine yapılan parka, adının değiştirilerek,  ‘Zirai Donatım Park’  olması, bu mirasın yaşatılmasında önemli bir adım olduğu bir gerçek olup, ama yeterli değildir.

               Parkın uygun bir yerine veya mevcut binalardan biri ( SSM olabilir) ‘Zira Donatım Müzesi’ yapılmalı, kuruluşundan bugüne kadar tüm tarihçesi ilgili tüm tüm bilgi, belge, resimler toplanıp, ürettiği tüm alet ve makinalardan birer numune ile bu müzede sergilenmeli, kurucu ve idarecileri de bu müzede yerini almalıdır. Sakarya için önemli bir müze ve kazanım olacaktır. Aynı zamanda bir ‘vefa’ borcudur.

                                                           SADIK DOSTLAR SOKAK KÖPEKLERİMİZ

                Bütün ülkede ve hususen Sakarya’da, sokak köpekleri sorun olmaya devam ediyor.

                Aşılayıp, kısırlaştırıp, kulağına bir de numara takmanın yeterli olmadığı aşikardır.

                Bu güzel hayvanlar sokaklarda ayak altında, aç ve sefil bırakılmamalı, yiyecek bir şeyler bulabilmek için saatlerce koşturulmamalı, çöplerden bir şeyler bulup yiyebilmek için canları çıkarılmamalıdır.

                Ayrıca, çocuklar ve hanımlar için zaman zaman ürkütücü ve korkutucu olduğu bilinmekte, sık sık bu tür olaylar gözlemlenmektedir.

                Medeni bir toplumda, hele hele Müslüman bir toplumda, sokaklarda sere serpe yatan, uyuyan, dükkan önlerini işgal eden, hepsinden mühimi, açlıktan iskelete dönmüş bu sadık hayvanların görülmesi asla kabul edilebilir bir durum değildir.

                Bir mevzuat değişikliğine gidilerek, bu duruma son vermenin çözüm ve çareleri aranmalı, bu hayvancıklar ayak altından ve açlıktan mutlaka kurtarılmalıdırlar. Biz Müslümanlara ve kentlerimize bu manzara hiç mi hiç yakışmamaktadır. Kedicikler de aynı kaderi yaşamakta, ama küçük oldukları için görünür olmamakta, merkezi ve kalabalık yerlerde değil de, mahalle aralarında barındıkları için, fazla göze batmamaktadırlar.

                                                         TİŞÖRTLER DE YABANCI YAZILAR

               Her alanda dil ve kültürümüzde yozlaşma bütün hızıyla devam etmekte, birçok yerde gördüğümüz bu yabancılaşmayı da ‘tişört’ ve benzeri birçok giyside de yoğun bir şekilde yaşamaktayız.

             Neredeyse yabancı yazı olmayan ve Türkçe yazı olan tişört bulamamakta, sanki bunları biz değil de yabancılar üretiyor zannına kapılmaktayız!

            Yahu bunları biz üretiyoruz. Emperyalist ve ziyonist küresel kuşatma herhalde bunlara da karışmıyor! Veya AB NORMLARI Türkçe yazamazsınız demiyor! Ne oluyor bize ki, kendi dilimizden komplekse kapılıyor, gavurca yazılara aşık oluyoruz?

            Amerika, Almanya, Fransa veya bir başka yabancı ülkede, Türkçe yazan bir tek tişört veya giysi var mı? Bir Müslüman, yabancı hem de çok garip yada tehlikeli anlamlar taşıyabilen bir yazıyı, göğsünde ve sırtında nasıl taşıyabilir? Hatta, geçmişte göğsünde ABD bayrağı olan bir genç kızımızı görmüş, uyarmış, ‘Amerikan bayrağı’ nasıl üzerinde olabilir demiş, nasihat ederek, bir daha giymeme sözü almıştım. BİTSİN ARTIK BU ÇÜRÜME, BU REZALET!