Çocukluktan ergenliğe, ergenlikten yetişkinliğe ve sonraki her dönemde iletişimde olup, anlamak ve anlaşılmak isteriz. Sözde çok kolaydır karşımızdakinin yerine kendimizi koymak. Kendi çocuğumuzun yerine çocukluğumuzu koymak ise unuttuklarımız arasındadır. Oyuna zaman ayırmak, çimlerde yuvarlanmak, yeni öğrendiklerimize şaşırmak için fazlaca büyümüşüzdür. Çocuğu anlamadan çocukla anlaşamayacağımızı unutmuşuzdur.

Yürümeden koşulmayacağı gibi çocukluk dönemini atlayıp yetişkinlik dönemine geçemeyiz. İnsanlığın aynı yolda yürümesi birbirini anlaması için büyük şanstır. Çocukluk dönemi iki nesli birbirine bağlayan ortak deneyimdir. Zaman farklı imkanlar sunup, teknoloji sürekli gelişip, koşullar değişse de insanı insan yapan duyguların zamanı yoktur. Şimdiki çocuklarda bizim çocukluğumuzdaki gibi mutluluk, heyecan, üzüntü, korku gibi hislerle büyür. Duygular yok olmaz, hislerin modası geçmez.   

Büyüdükçe gündemimiz değişir. Günün rutin koşturmacasında kayboluruz. Hayatımızın merkezinde iş stresi, çamaşırlar, yolculuklar, sürekli temizlenmesi gereken evimiz yer alır.  Bu nedenledir ki çocukların soruları kimi zaman cevapsız kalır, bazen geçiştirilir. Çocukların esas ihtiyacı olan ilgi, şefkat, hoşgörü, empati aceleye gelmiş olur. Oysaki çocukların acelesi yoktur. Onlar bir yere yetişmez, geç kalırlarsa mahcup olmazlar. Fazlaca heyecan ve hareket barındıran oyun dolu bir dünyaları vardır.  Genelde koşarak yanımıza gelir, sorular sorar, merakla bekler, gözlerimize bakar, alacağı cevap için sabırsızlanırlar. Heyecanlanınca hareketlenir, her kurduğu oyuna bizi davet ederler.  Duyguları o kadar yoğundur ki paylaşmak isterler. Sevmek, üzülmek, kırılmak, kızmak, mutlu olmak gibi birçok duyguya kapılarını yeni yeni açarken çoğu zaman ne hissettiğini ifade edemezler. Çünkü hisler soyuttur. Israrcıdırlar, kolay bırakmazlar. Üç, beş, on kez denerler. Deneyerek öğrenirler. Anne, baba sürekli meşguliyetlerini dile getirir, bir iki sözcükle geçiştirir, oynamış olmak için beş dakika ayırırsa çocuklar bu olumsuz süreci öğrenirler. Önem verdiğine, önem verilmediğini ve geçiştirildiğini anlar. Kendilerini değersiz hissederler. Sen bizim için çok önemlisin, çok değerlisin, seni çok seviyoruz sözlerinin kanıtını birlikte oynanan oyunlarda, okunan kitaplarda, uçurulan uçurtmalarda ararlar.

Çocuklarda soyut kavramlar 11-12 yaşta gelişir. Yol göstericileri somut kavramlardır. Bu yaşa kadar gördüğü, yaşadığı, dokunduğu şeylerle dünyasını anlamlandırır. Nasıl görme problemi olan kişi yazıları okuyamıyorsa çocuklarda soyut kavramları zihinlerinde canlandıramaz. Sadece gördükleri vardır. Yani en yakınındaki bizler. Biz yetişkinlerin yol göstericisi de çocukluğu olmalıdır. Ebeveynlik serüvenimizde öğrendiklerimizi öğretir, çocukluğumuzu yansıtırız. Abimizle bakkala gitmenin verdiği mutluluk, annemizle evcilik oynandığımızdaki sevinç, yanıtsız kalan sorulardaki kırgınlık, maçın en heyecanlı yerinde yemeğe çağırılmamız bize neler hissettirdiyse aynısını çocuğumuzda hisseder. Çocukluk duygularımızı hatırlayarak, çocuğumuzun yerine kendimizi koyarak hareket ettiğimizde sağlıklı duygusal gelişim için kocaman bir adım atmış oluruz. “Şu an oyunun en heyecanlı zamanı ve sen maça devam etmek istiyorsun.”, “Seninle sohbet etmek beni rahatlattı.”, “Gideceğimiz parkı sen seçebilirsin.”   Anlaşıldığımızı hissettiğimiz bu cümleler her yaşta iyi gelir. Mutlu, güvende ve değerli hissettirir. Her şeyin en iyisini istediğimiz çocuklarımızın bu güzel hislerle büyümesi için içimizdeki çocuğa değer verelim. Değer verilen çocuk mutlu, cesur, başarılı ve özgüvenli olur.  

Duygu UYAR

Uzm.Çocuk Gelişimci

[email protected]  http://www.duyguuyar.com