Babalarını tanımadım. Ama biliyorum. Tüvasaşlı Makine Mühendisi Burhan Ağbi. Dört güzel evlat yetiştiren güzel baba. Yiğit mert adam. Kulakların çınlasın. Sağ olsun. Var olsun.
Bu çocuklar Mengenli. Mengen. Haz cenneti. Lezzet cenneti. Bu çocuklarının hepsinin de bu kadar lezzetli bir Türkçe konuşmaları/yazmaları, bu kadar haz alarak/vererek sahne almaları, bu kadar naif akıcı ve akılcı konuşmaları bence Mengenli olmalarından en çok. Sanki Suna Yengemiz, saf arı tertemiz Türkçeyle emzirip büyütmüş bu dört çocuğu. Leziz zarif naif Bolu Mengen Türkçesiyle.
Cihat Zuhal Nihal Serhat. Dört Angaralı. Yok yok dört Bolu Osmankadılarlı. Yok hayır, dört Adapazarlı. Evet evet dört özbeöz Adapazarlı. Ne Adapazarlısı yahu: Dört Adabazarlı. Hatta Adalı. Benim kadar, bizim kadar, sizin kadar. Şahidim buna. Nerden nasıl mı? En az 30 (yazıyla otuz) yıldır tanıdığım Cihat kardeşimle tüm zamanlarımızdaki konuşmalarımızın - hilafsız söylüyorum vallahi- en az yüzde 80’i Adapazarı veya Adapazarlılarla ilgilidir de ondan. Ha, sadece Adapazarı’ndaki konuşmalarımızın değil; Mostar’da da böyle oldu, Manisa’da da, Mardin’de de. Çankırı’da da böyle oldu Üsküp’te de, İstanbul’da da böyle oldu Gümülcine, Edirne, Prizren’de de. Ve dahi Filibe’de, Bar’da, Kotor’da, Sarayevo’da. 
Ne çok anımız ne çok acımız ne çok derdimiz ne çok sevincimiz ne çok mücadelemiz ne çok hatıramız var Cihat’la. Cihat Zafer benim katıksız katışıksız katkısız kardeşimdir. Bin bir farklılığımızın rağmına.
İlk röportajını ben yapmıştım onunla. ‘Güneş Bizi Geçemez’ kitabı yayımlanmıştı. Sene 1991. Üstadımız hocamız yol göstericimiz ağabeyimiz merhum Selahaddin Şimşek’ten onay alarak. Yirmisini yeni bitirmiş uzun boylu sakallı yakışıklı bileği zincirli, boynu gümüş künyeli sanki bir Yeşilçam filminden çıkıp gelmiş görünümlü bir genç. Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta tam da. Yeni bir Fatih adayı gözümde. (Hâlâ da o yaştadır bende Cihat Zafer) Adnan Borzancıoğlu’nun ofisinde gerçekleştirmiştik söyleşiyi. Yeni Sakarya’da yayımlanacaktı. Yayımlandı da. Çok hoş çok nitelikli çok iddialı çok çok çok… sözler etmişti. (Bakıyorum yıllar sonra. Birçoğunu da gerçekleştirdi. O tersini iddia etse de. Biz razıyız ondan.) Selahaddin Ağbi sormuştu söyleşi akşamı: ‘Nasıl buldun Cihat’ı?’ Anlatmıştım bütün güzel vasıflarını. Mutlu olmuştu o da. Bir de ‘‘durmadan sigara içti ve ‘sigara içmezken düşünemiyorum’ dedi’ demiştim. Kendisi de iyi bir sigara tiryakisi olan Selahaddin Ağbi’nin genç Cihat’ın bu hâlini onaylayacağını sanırken kükremişti üstelik: ‘Bu ne küstahlık böyle!’ diye. Üzülmüştüm. Ama bakıyorum da hoş bir hatıraya dönüşmüş bugün, Cihatla zaman zaman konuşup güldüğümüz. Cihat’ın da ‘Selahattin Ağbi haklıydı’ diye onayladığı.
Küçüğü Zuhal’imiz ayrı fenomendir. Onun küçüğü Serhat daha ayrı.  (Nihal’i çok tanımadım. O anne babasını bekliyor Angara’da evde, üçünün adına. Ama zannımca onun da diğerlerinden eksiği yoktur, fazlası vardır.)
Cihat’ın deyimiyle ‘Hepimiz Selahaddin Şimşek’in paltosundan çıktık.’ Elhak, doğrudur bu, ne şüphe.
Selahaddin Şimşek demek en çok Asmaaltı Akademisi demektir. Orayı anlatmazsak konu da Cihat da eksik anlaşılabilir: Bizim ‘Yenicami Selahaddin Şimşek Asmaaltı Akademi’nin süsü, yıldızı, büyük kabiliyeti Cihad Zafer’di; kuvvetle muhtemel ki ‘yeteneklerimiz ölçüsünde’ seviyordu ve ‘ilgileniyordu’ rahmetli Selahaddin Ağbi de bizimle. O nedenle de en çok Cihat kardeşimizle ilgili ve beraberdi. Selim Gündüzalp ile ‘Cihad Zafer üzerinde’ bir ‘hakimiyet çekişmesi’ni de tatlı bir anı ve Selim Gündüzalp’in itirafı olarak hatırlıyorum yıllar sonra. TRT’de yayımlanmış olan ‘İstanbul’un Şehirleri’nin başarılı ve ödüllü yönetmeni Aybars Bora Kahyaoğlu da Asmaaltı Akademisi’nin yıldızlarındandır. Sezgin Çevik (Skylife Dergisi eski genel yayın yönetmeni), ‘her şeyi bilen adam’ Eczacı Engin Gündoğar, sinema dünyasına gönül vermiş sevgili Fevzi Günal, elektrik mühendisi/sahaf güzel adam Osman Öztopaloğlu, elektrik mühendisi aziz dost Sinan Meriç, günümüz düşünce dünyasının deruni adamı elektrik mühendisi Ahmet Şahin de Asmaaltı’nın en iyi öğrencilerindendiler. Cihat’ın en küçük kardeşi Serhat Demirel de (ki şu anda SAÜ Fen- Edebiyat fakülteside dört dörtlük bir edebiyat doktorudur) Asmaaltı trenine ucundan (son vagona) erişebilmiş şanslı delikanlılardandır. İran’a rahmetliyle birlikte yirmi bir gün enfes bir seyahatte bulunduğunu, her şairin başında rahmetlinin geniş bilgiler verip ezberinden o şairin şiirlerini okuduğunu her daim söyleyen ‘Adapazarı’nın delikanlıbaşı’ Rahmi Sak’ı, Selahaddin Ağbinin organizasyon/çile arkadaşı Alaaddin Kalay’ı, Fehmi Ağbiyi, Serdivan’dan gelip giden sessizlik ve edep abidesi Nihat ve Sedat Çetin kardeşleri de bu akademinin içinden saymamız gerekir. Bu satırların sahibi, fakir-i kalem ve fakir-i kelam da Asmaaltı Akademi’ne devam etmiş olmayı şerefyab olarak addetmektedir, bir ömür!
Adapazarı Atatürk Çay Bahçesi. Selahaddin Ağbi ve etrafında sekiz on geç. Muhabbet ediliyor çaylar eşliğinde. İkindi ezanını yükseliyor Orhan Camii minaresinden Hâfız Hasan Çolak’ın o mübarek sesinden: ‘Allahü ekber, Allahü ekbeeer!’ Cihat bu, zıpır genç, duramıyor, soruyor Selahaddin Şimşek’e, şımarıyor az biraz: ‘Ezan okunurken adam dövülür mü Ağbi?’ Selahadidn Ağbi bu; adamına göre cevap verme ustası. Kıyamete kadar sürecek bir iltifatta bulunuyor bizim zıpır gence: ‘Adı Cihat Zafer’se dövülür!’
2019 Kasımından, bugünden geride kalan otuz seneye dönüp bakıldığında da en başarılı olanımız, - belki de - Asmaaltı Akademisi’nin tek kişilik başmüderrisi Selahaddin Şimşek’i en iyi anlayanımız Cihat Zafer olmuştur. En çok benzeyenimiz de odur. Duruşu, bakışı, müktesebatı (bilgi birikimi), ‘odunu sert çağa keskin balta’ olarak öfkesi ve çıkışları, ‘tek kişilik çoğunluk’ ve ‘tek kişilik ordu’ oluşu, zekâsı, çözüm önerileri, az sayıdaki çok güçlü yazıları, titizliği, güzel giyimi, etkili hitabeti, karizmasıyla. Vesaire vesaire. Abartmıyorum. Samimiyim. 
Az sayıdaki çok güçlü yazıları dedim de: İsmail Aydın’ın müthiş ısrarlarına rağmen, 50’sine yaklaşan Cihat’ın bugün için yayınlanmış sadece dört kitabının olması biz okurları ve sevenleri için ne büyük bahtsızlıktır. Halbuki onun yazılarında bal damlamaktadır bal. (Bazen de kan. Hak edenlerin kanı elbette. Hatta kelleler… Çağdaş Malkoçoğlumuzdur zira Cihat bizim.)
Altmış yıllık ömrümde çok insan tanıma şansım oldu benim, çok şükür. Ünlüsünden garibine, valisinden belediye başkanından şoförüne odacısına, yazarından sanatçısına. Binlerce. Birçoğu ilk beş dakika çok iyi, on beşinci dakika vasat, otuz beşinci dakika yoktular.
Cihat Zafer öyle mi? Hep aynıdır; hep başarılı, hep titiz, hep etkileyici, hep muzip, hep dost, hep kardeş, hep vefalı, hep mükerrem (ikram eden), hep cömert, hep veren, harcayan, destekleyen, yanında olan.
Dili silahıdır. İki cümle ile karşısındakini kimyasal silah gibi mağlup eder. Etmiştir. Edecektir de.
Yeryüzünde hem bu kadar güzel düşünen, hem bu kadar güzel ifade edebilen, hem de bu kadar güzel yazabilen; sesini yüzünü vücudunu bu kadar güzel kullanabilen, girdiği her toplulukta, çıktığı her sahnede, yazdığı her yazıda bu kadar başarılı olmuş Cihat Zafer’den başka hiç kimseyi görmedim ben. Görmedim, tanımadım sevmedim.
Benim için ‘vefa organizatörü’ diye yazmıştı. Ben de onun için vefa abidesi diyorum.
Dostluğu ömre bedeldir. Ne zaman bir araya gelsek komedi filminde buluyoruz kendimizi. Bir farkla ama; komedi filminin hem oyuncuları hem yönetmenleri hem de seyircileri biziz. Tabii ki başrol onda, daima. Yakışanı ve doğrusu da bu.
Düşmanlığı ömre kederdir. Buraya girmeyeyim. Muhalifleri bilir bunu. Kılıç pardon bir kelam/bir kalem darbesiyle kaç gün hüzün verdiğini, kaç kelle aldığını, kaç acı verdiğini.
Unutmayalım: Cihat Zafer, aslen Boluludur ve Köroğlu ile hemşeridir. 
Cihat Zafer aslında tam bir Köroğlu’dur. Çağdaş bir Köroğlu. Makamları mevkileri manevi koltukları ele geçirmiş iktidarlardaki ‘Bolu Beyleri’yle elli yıldır savaşan kalem ve kelam Köroğlu’su.
Ondandır hep devlette olamayışı. 
Ama asıl devlet, Cihat Zafer olmaktır.
Cihat Zafer kelamı ve kalemiyle tek kişilik bir ordudur.
Cihat Zafer, tek kişilik bir iktidar. Hatta tek kişilik bir devlet.
Ne büyük saadet.
Selam olsun Cihat Zafer okuyanlara ve okutanlara.
Teşekkürler Zeki Aydıntepe. Teşekkürler İsmail Aydın. Teşekkürler Mutlu Işıksu.
Bu şehir sizlere teşekkür borçlu.