FİLMİ YAPILSA BÜTÜN DÜNYA OTURUR AĞLAR
Engin Arapoğlu: Kitabınızda şehrimizde yaşayan birçok insanın hayatına dokunmuş Selahaddin Şimşek, Selim Gündüzalp, Sadık Canlı gibi isimlere de yer vermişsiniz. Bu üç isimle ilgili görüşlerinizi ve her biriyle aranızda geçen unutamadığınız bir anınızı paylaşır mısınız?
Cihat Zafer: “Çarşılar Trenler Hatıralar”da yazdım onları. Hatıra şeklinde yazmadım ama anı parçaları var o yazılarda. Yazamayacağım kadar özel olanları da var. Mesela Selahaddin Şimşek’in, beyninde ur olduğunu öğrendikten sonra, güneşli bir sonbahar günü, o daha kırk yaşında, okumuş, biriktirmiş tam eser verme çağına gelmiş, ölüyor, sapsarı çınar yaprakları ayaklarımızın altında, Teşvikiye’de bir bankta, bütün hayatının muhasebesini yaptığı konuşma. Emanettir. Filmi yapılsa bütün dünya oturur ağlar. İki kişiydik. Şimdi yalnızım. Selim Gündüzalp’in Taşöz Han’ın soğuk, nemli odalarındaki çilesinden mi söz edeyim? Kimse sormadı ki Selim Gündüzalp’e, ne yapmak istiyorsun, diye. Milli Eğitim Bakanı olacak adamdı ama bizim onu anlayacak bir eğitim sistemimiz olmadı hiç. Dr. Sadık Canlı’yla kültür sanat konuşmalarını, “Bir Delinin Hatıra Defteri” ve sanırım gençlik arkadaşı olan Genco Erkal hakkındaki konuşmamızdan mı söz edeyim? “İslamcılık Öldü mü?” yazısının Yeni Sakarya’da yayımlandığı gün sabahın sekizinde ettiği telefonda söylediklerinden mi? Orhan Cami’nin avlusundaki son konuşmamızdan mı? İlhan Berk’e selam gönderelim, “Sizinle İstanbul olmak varmış” diyordu, ya, onlarla Adapazarı olmak varmış.

----

 

TÜRK YAŞATMAYI SEVER
Engin Arapoğlu: Selahaddin Şimşek, Selim Gündüzalp, Sadık Canlı gibi insanlar neden günümüzde yetişmiyor. Onlar bir dönemin insanları mıydı? Böylesi insanlara günümüzde rastlayamayışımızın nedeni gelişen teknoloji, popüler kültür veya modern zamanlar mı? Sakarya’nın havası ve suyu mu farklıydı o dönem?
Cihat Zafer: Her dönem kendi kahramanını yetiştirir. Hiçbir devir kahramansız kalmaz. Nerede o eski günler hikayesine fazla yüz vermeyelim, Beyoğlu’na kravatsız çıkamazdık edebiyatına mahkûm etmeyelim kendimizi. Bununla beraber kabul edelim ki öyle adamlar yetişmiyor. Yetişmeyecek de. Onlar bir dönemin falan değil, başka bir dünyanın insanlarıydılar. Başka bir dünyanın, daha doğrusu ahiretin. Allah’ın adamları onlar. Bununla birlikte, biriktikleri ve damladıkları zaman dilimine, çevreye bir bakın, ne kadar zengin olduğunu göreceksiniz. Coğrafya olarak da öyle, kültür olarak da öyle. Kafkaslar, Balkanlar var o insanlarda, Osmanlıca var, Rumca var. Arapça var, Akif de var, Fikret de, Neyzen Tevfik de var, Elmalılı Hamdi Yazır da, Nasreddin Hoca da var, İsmail Dümbüllü de. Tanzimat’tan beri birikmiş bir Avrupa kültürü var. Beyoğlu’nda, Ağa Cami’nin sokağında, Hacı Abdullah Lokantası’nı az geçince bir lostra salonu var, Havai Lostra. Orada kırk yıldır ayakkabı boyayan bir dostum var. 25 yılı geçti, “Burası İstanbul beyim, burası Avrupa’nın da mektebi” demişti, hiç unutmam. Geçenlerde Kapalıçarşı’da, Prof. Celal Şengör’ün amcası Şemsettin Şengör’den dinledim 6-7 Eylül olaylarını. İçler acısı. Bin yıllık caanım çeşmibülbülü kırmışız. Kürt meselesi de benzer değil mi? Selahaddin Eyyubi’den Ahmed-i Hani’ye kadar, Abdülhakim Arvasi’den Said Nursi’ye kadar, ne kadar büyük adamı var Kürtlerin, ne Kürtler tanıyor yeteri kadar ne Türkler. Siz bu insanların çocuklarını nasıl düşman ettiniz bu devlete, bu millete, bu vatana? Şemsettin Şengör, beş altı yaşından beri her gün Kapalıçarşı’da neredeyse. Bugün 90 yaşını geçmiş durumda. “Türk öldürmeyi bilmez ki, sevmez ki öldürmeyi. Türk yaşatmayı sever.” diyor. 6-7 Eylül olaylarında evlerine sığınan komşularının doktor torunu her sene İstanbul’a gelip ağlıyormuş, “Siz kurtardınız benim ailemi” diye. Nasıl kırdık dediğim çeşmibülbül bu işte. Şemsettin Beyin babası Kapalıçarşı’da mühim bir tüccar, Ankara’da da dükkân açmış, mebuslar halıları taksitle almaya kalkınca, “Ben taksitle mal satmam” demiş kapamış dükkânı. Soğanağa’da oturuyorlar, Kapalıçarşı’ya yürüme mesafesinde, bugünkü Maçka’dan daha lüks o zaman semt, karşı komşuları bir imam efendi, Şemsettin Bey, “Ondan öğrendik biz elifbayı, sureleri.” diyor. İbnülemin Mahmut Kemal’i görmüş adamlar bunlar. “Muzaffer Ozak Hocayı dinledim ben, nereye gitti o insanlar Cihat?” diye hayıflanıyor. Pertevniyal Lisesi’nde Tarih öğretmeni Reşat Ekrem Koçu. Bugün bırak liseyi üniversitelerde o kıratta hoca var mı? Selahaddin Şimşek’in babası, imamı yok diye yıkacakları Orta Camiyi “Ben para istemem, yaparım imamlık” diyerek yıkılmaktan kurtaran Cevdet Hoca, İstanbul Fatih Medreselerinden mezun bir ilim adamı. Gürcü. Hanımı Çerkes. Selim Gündüzalp’in babasına bak bakalım, Hurdacı Osman’a bak, bugün İstanbul iş dünyasında öyle karizmatik adam zor bulursun. Elleri hurda cam kesiğiydi ama kırantadan bir adamdı, “demirkırat” adamlardan. Dr. Sadık Canlı’nın babası. Bankaya değil ona güvenilen bir adam. İnsanlar getirip paralarını teslim ediyorlar. Namuslu adamlar, çalışkan adamlar. Kaliteli adamlar. Balkanlar var hepsinde, Kafkaslar var. Büyük bir gen havuzunun balıkları onlar. Hem Osmanlı, hem Cumhuriyet. Bu karışımın nasıl bir zenginlik olduğunu gün geçtikçe çok daha iyi anlayacağız. Bu ayrı bir konu. Uzun bir konu.  

----


 
ÖPÜLECEK ELLER ÇOKTAN TOPRAK OLDU
Engin Arapoğlu: Peki, neden şimdi öyle insanlar yok?
Cihat Zafer: “Hz. Mevlana, Mesnevi’sini mum ışığında yazdı.” diyor Ömer Tuğrul İnançer. “Siz şimdi floresan altında yazabilir misiniz bir Mesnevi? İlerleme mi şimdi elektrikle aydınlanmak?” diyor. Ne kadar haklı. Biz neyi tartışıyoruz sosyal medyada? İlber Ortaylı’nın Ömer Tuğrul İnançer’in elini öpmesini. Karşılıklı el öpmenin, Mevlevi usulü “görüşme”nin bir İstanbul adeti olduğunu bilmiyoruz çünkü. Sakarya’nın havası, suyu mu farklıydı diye sordun ya. Evet farklıydı. Bunu anlatmaya çalışıyorum işte. Bütün bir coğrafyanın öyleydi. İmparatorluktuk biz. Ulus devlet değil. 1 milyondan az insanın yaşadığı İstanbul’da, ekalliyet değil ha, yerleşik Ermeni’den, Rum’dan söz etmiyorum, turist ecnebi sayısı 300 bin civarında. Bugün İstanbul’da 7 milyon turist var mı? Siz şimdi Tanpınar’ın Narmanlı Han’ın son halini gördüğünü düşünsenize. Aklını yitirirdi herhalde. Ya da bir tepeden baktığını düşünsenize İstanbul’a Yahya Kemal’in. Yerin dibine geçerdi herhalde utancından, kahrından. Necip Fazıl’ın ortanca oğlu Ömer Kısakürek, elini öpmek istedim de bir gün, “Öpülecek eller çoktan toprak oldu Cihatcım” demişti. Neden yoklar? İzahı yok. İzah etmenin manası da yok. Biz eli öpülecek insanlar olmaya davranmadıkça, eli öpülecek kimse bulamayacağız. Bu kadar.

----


 
TOPLAR’IN ECZANESİ KÜLTÜR MERKEZİYDİ
Engin Arapoğlu: Bir parantez de eczacı Mehmet Toplar’a açmak istiyorum. Rahmetli Toplar da sizin ve şehrimiz için abide isimlerden biriydi. O dönemin tüm esnaflarında mı vardı bu naiflik ve entelektüel derinlik yoksa kişiye özel bir durum mu söz konusu burada?
Cihat Zafer: Bir çiçekle bahar olmaz Engin. Hepsinde vardı o nezaket, o nezahet, o zerafet ama Mehmet Toplar’ın durumu kesinlikle kişiye özel. Mehmet Ağabey, çok ama çok özeldir. Tam bir mesen. Kültür, sanat, medeniyet sponsoru. Faik Baysal’ın Adapazarı’yla bağının tesis edilmesini ona borçluyuz. Yükü o çekmiştir. Ben de şahsen hakkını ödeyemem. Asım Hamdi Arca Eczanesi’ndeki, pipolu, kitaplı, dergili, klasik müzikli masasında, geçici işçi statüsünde çalıştığım belediyenin başkanı Ünal Ozan’la beraber gencecik bir çocuğu “Kalkma, otur” diyerek, eşit şartlarda, hatta onore ederek karşılıklı oturtmuş adamdır Mehmet Toplar. Eczacı Mehmet Toplar, bir beyefendiydi. The Ambassador. Kültür elçisi. Büyükelçi. Muhterem Üstad. Bu unvanlara gerçekten hakkıyla sahipti. Bir özelliğini vesika olarak kaydedeyim. Tasavvuf nedir çok okumuş, okumakla kalmamış bir gönül adamıydı. “Duyduk ki bizi ukbada ateşe atacaksın / Şaşırdık biz buna, bizi nerede yakacaksın? / Zira sen olan yerde azap yok / O yer neresidir ki sen orada olmayacaksın?” Rahmetli Mehmet Ağabey, hem bunları okutur hem ağlar hem de “Ağlattın ulan beni” derdi, arkasından da eklerdi, “Bak, yine ulan dedirttin!” Zarif adamdı. Janti adamdı. Neşeli adamdı. Mehmet Toplar’ın eczanesi, Adapazarı’nın kültür merkeziydi. Bir kültür sanat sebiliydi. Abidin Dino’nun Paris’teki evi neyse, Adapazarı için Asım Hamdi Arca Eczanesi oydu.

----

 

BİZDE KÜLTÜR ADAMINA SAYGI HEP EKSİK
Engin Arapoğlu: Adapazarlı edebiyatçılar Sait Faik Abasıyanık, Kerim Korcan ve Faik Baysal da kitabınızda bahis konusu. Bilhassa Faik Baysal’la yakın bir ilişkiniz vardı. Klişe bir soru olacak ancak bu şehir edebiyatçılarına, sanatçılarına sahip çıkabiliyor mu?
Cihat Zafer: Faik Baysal’la dostluğumuz, onu sayesinde, bir arkadaş ilişkisi gibiydi. Müdanasız, gönülsüz adamdı Faik Bey. Tam bir şairdi. Çok güzel gülerdi Faik Ağabey, kültürüyle ezmezdi karşısındakini. Yenicami’ye giderken Pamuk Osman Çıkmazı’ndaki çocuk “Mıttapa”yı yaşatıyordu tevazuuyla, Mustafa Faik. Bizde neden sanatçı, ressam, yazar, şair, müzik adamı filmi yok. Belgeseli var gibi gibi, ama filmi yok hiç. Neden, hiç düşündünüz mü? Kafka’nın kaç filmi var? Picasso’nun öyle. Frida’nın var. Mozart’ın var. Beethoven’ın var. Neruda’nın var. Dostoyevski’nin var. Saymakla bitmez. Bizde yok. Doğumunun 100. Yılında Necip Fazıl belgeseli yapalım diye aylarca para aradım. En sonunda reklam ajansındaki ortağım, mücevherci olduğu için parası vardı, o verdi parayı da, öyle çekildi “Üstad” Belge Film. Bizde sanatçıya, yazara, kültür adamına saygı hep eksik. Her zaman eksik.

----


 
“EDEBİYATI KES” DİYE MEŞHUR HAKARETİMİZ VAR 
Engin Arapoğlu: Neden sizce? Neden sanatçıya yaşarken saygı duymuyoruz?
Cihat Zafer: Bana sorarsan biz hiçbir şeyin kıymetini bilmiyoruz. Evvela hayatta olmanın kıymetini bilmiyoruz. Bedava ya, ondan herhalde. Hayatın kendisine saygımız yok. Sanatçının da hayatına saygı duymuyoruz. Okumuyoruz çünkü. Entelektüel acılar, yazarın, sanatçının çektiği çile bize yabancı. Olduğu gibi kabul etmekte zorlanıyoruz yazarı, sanatçıyı. Bize benzesin istiyoruz, sabah sekiz akşam beş çalışsın, erken yatsın, erken kalksın, fazla da kafa ütülemesin. “Edebiyatı kes” diye meşhur hakaretimiz var bizim, köşeye sıkıştık mı “felsefe yapma” diyoruz biz. Adapazarı bundan bağımsız değil elbette. Sait Faik Parkı yıllardır mezbelelik durumda. Ne yaptı size bu Sait Faik acaba? Neyin acısını çıkarıyorsunuz ölmüş gitmiş bir yazardan? Hangi hikayesi, size öldürmeyi, çalıp çırpmayı, asıp kesmeyi, itip kakmayı, ağacı kırmayı, kuşu kafese tıkmayı, suları, çimenleri yok etmeyi söylüyor da, ondan bu kadar nefret ediyorsunuz? Anlamak mümkün değil. Sait Faik okumayan çocuklar, Sait Faik okuyan çocuklar kadar sevemez insanı, tabiatı, Allah’ı. Çok yazık ediyoruz.

----


 
BİZ BU DÜNYAYA GÖNÜLLER YAPMAYA GELDİK
Engin Arapoğlu: Rahmi Sak sizin için “Şehir Cihat Zafer’in yeteri kadar değerini biliyor mu?” dedi Aynalıkavak Sohbetleri’nin ilkindeki konuşmasında. Bir vefasızlığa veya kadirbilmezliğe maruz kaldığınızı düşünüyor musunuz?
Cihat Zafer: Asla. Kırgınlıklarım olabilir, kızgınlıklarım olabilir. Her yazı adamında olur bu. Sen koskoca şehirde, yirmi senedir kimse eser vermemiş gibi, başka kalem erbabı yokmuş gibi, kısacası mal bulmuş mağribi gibi kalkar bir hikayeciyi gözümüze sokmaya, koskoca şehrin kültür envanterini onun ağız burun kıvırmasına mahkûm edersen, yok fahri doktora, yok büyükşehir kitaplarını bassın, adamı tepemize çıkarırsan kırılırım da, kızarım da. Haa, sonunda “layığınız buymuş” der çıkarım o ayrı. Neyse, son ziyaretinde dükkanından içeri sokmadığı, bir çay içer misiniz demeyi çok gördüğü Faik Baysal’ın lafı güzeldir. “Örümcek ağında sinek yumurtası tartan zaman” herkesi, çok değil elli, yüz sene içinde yerli yerine koyar. Biz bu dünyaya daktilo eskitmeye gelmedik. Gönüller yapmaya geldik. Değeri bilinmeyecek kadar değerli olduğumu düşünmüyorum. Ayrıca bu şehir bana her zaman sahip çıktı.

----


 
BÜYÜKŞEHİR HİÇ YAPILMAMIŞ ŞEYLERİ YAPSIN
Engin Arapoğlu: Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz? Değeriniz biliniyor mu?
Cihat Zafer: Büyükşehir midir yani şehir adına yazara sahip çıkmakla yükümlü olan? Büyüklerim sahip çıktılar. Yetmez mi? Hocalarım, ustalarım, arkadaşlarım bir yazara davranılması gerektiği gibi davrandılar daima. Faik Baysal da böyle yaptı, Mehmet Toplar da, Selim Gündüzalp de, Selahaddin Şimşek de, Engin Gündoğar da, Fahri Tuna da, kitaplarımı yayımlamak için ısrar eden İsmail Aydın da, Yeni Sakarya ailesi de, Zeki Aydıntepe de, Rahmi Sak da. Benim bir değerim var mı onu zaman gösterecek. Biz Sait Faik’in değerini bilelim de önce. Faik Baysal’a sahip çıkalım da hele bir. Selahaddin Şimşek Düşünce Enstitüsü açsın da hele bir Sakarya Üniversitesi. Sait Faik adına uluslar arası hikaye ödülü koysun Büyükşehir önce. Çok mu zordur SATSO ile beraber 100 bin liralık bir ödül koymak. Faik Baysal adına ulusal roman yarışması açmak, 100 bin lira ödül koymak çok mu zordur? Selim Gündüzalp dergicilik ödülü koyun, hiç yapılmamış bir şey yapın. O kadar çok yazdım ki bunları. Yoruldum artık. Biz yazdıkça, Sait Faik’in, Faik Baysal’ın, Selahaddin Şimşek’in bunlara ihtiyacı var sanıyorlar, ya da benim herhalde. Neydi o insan ölünce kalan? Eseri mi?

----


 
 
NOSTALJİYİ BOŞ VERİP GELECEĞE BAKALIM
“Adapazarı’nı, tıpkı İstanbul Yenikapı gibi, bölgesinin, çevresinin raylı sistemler aktarma merkezi haline getirmek lazım.”
Engin Arapoğlu: Birçok insanın hayatında olduğu gibi sizin hayatınızda da trenlerin ve tren yolculuklarının ayrı bir yeri var. Bunda şüphesiz bir demiryolcu babanın oğlu olmanızın da payı büyük. Yıllarca Adapazarı-Haydarpaşa treninin merkeze kadar gelip gelmemesi tartışıldı şehirde. Bu tartışma da biraz Uzunçarşı’nın üstü kapatılsın mı kapatılmasın mı tartışmasına benzemiyor muydu sizce? Iskaladığımız başka noktalar yok muydu?
Cihat Zafer: Iskalamak mı? Ne ıskalaması? Iskalamak için yanından geçmeniz gerekir. Biz uzağından bile geçemedik bu meselenin. Adapazarı-Haydarpaşa treni niye gelmiyordu merkeze? Trafik yüzünden. Öyle değil mi? Ne trafiği bu? Şehir içi trafiği. Peki, ne yapıyormuş şehir içi trafiğine tren? Efendim, hemzemin geçitler var ya, hah işte onlar trafiği kilitliyormuş. Raylar şehri ortasından bölüyormuş. Kenarından mı bölecekti?

----

 

Yahu tren niye vardır zaten, tam ortasına ulaştırmak için. Havayolu değil ki bu kenarında kalsın. Bu saçma sapan gerekçeyle senelerce trensiz bırakıldı bu şehir. Üstelik Erdoğan gibi raylı sistemler konusunda Türkiye’ye çağ atlatan bir lider döneminde, onun partisinin büyükşehir belediyesi tarafından. İnanılır gibi değil. Peki, madem tren yolu geçitleri trafiği kilitliyor, niye çözüm bulmuyorsunuz da vatandaşı ucuz, rahat ve kolay tren seyahatinden mahrum ediyorsunuz? İstanbul’da Halkalı’dan Gebze’ye kadar tren rayları döşeli. O bölmüyor mu şehri ortasından? Sizin trafiğiniz İstanbul’dan daha mı sıkışık, güzergahınız, hattınız Halkalı-Gebze hattından daha mı uzun, daha mı çetrefil? Sadece İstanbul’da mı, Adana’da da banliyö hattı var, ana hat var, kilometrelerce hem de, komşu Kocaeli’de hafif raylı şehrin içinde adeta slalom yapıyor, siz İzmit’ten daha mı büyük şehirsiniz, trafiğiniz daha mı yoğun? Zeki Toçoğlu’nu ikna edemedik bu şehrin trensiz yaşayamayacağına. TCCD’yi geçitleri yer altına almaya ikna edemedik. Büyükşehir köprülü kavşaklarla bu işi çözme yoluna gitmedi. Alt geçit gibi bir çözüm bulamadı. Yüzbinlerce insan senelerce sıkışık otoban trafiğine ve pahalı otobüs biletine mahkûm edildi. Şimdi yine bu defa da başka türlü ıskalanıyor raylı sistem meselesi. Nostaljik tramvay konusu. Yanlıştır. Ziyandır. İsraftır. Raylı sistem yapılacağı zaman, insanlara, nostaljik tramvay gibi olmasın da dedirtmekten başka işe yaramaz. Komşu yaptı, Düzce, işlemedi, caddeyi kazdıklarıyla, sonra da rayları söktükleriyle kaldılar, vagonları depoya kaldırdılar, çuvalla para buhar oldu. Hele hattın Bulvar’ı yarıp geçmesi gibi bir proje, tam bir cinayet olur. Bulvar’a dokunmayın. Merkezde nefes alacağımız başka bir yer yok. Serdivan’a hat yok, Korucuk’a hat yok, Erenler’e hat yok, Otogar’a, Arifiye, Sapanca’ya hat yok, ne var, Yenicami’den Çark Caddesi’ne. E yürürüz biz orayı, orası bizim eskiden beri yürüme mekânımız. Ekrem Yüce’den istirham ediyorum. Adapazarı’nı, tıpkı İstanbul Yenikapı gibi, bölgesinin, çevresinin raylı sistemler aktarma merkezi haline getirmek lazım. Adapazarı, İstanbul’dan Kocaeli’yi toplayarak, Akyazı, Hendek, Düzce, Bolu hattının aktarma merkezi olsun. Serdivan, Merkez, Korucuk hafif raylı sistemleri bu hatlara entegre edilsin. O zaman yapmana gerek kalıyorsa nostaljik tramvay yaparsın. Adapazarı’nı maddi manevi sınıf atlatacak proje budur. Nostaljiyi boş verelim, bugüne bakalım, geleceğe bakalım.

YARIN
Sakarya’da kültür sanat faaliyetleri
Belediye başkanlarının performansı
Ünal Ozan’lı yıllar
Adapazarlıların tarifi

Editör: Haber Merkezi