Bir kardeşimiz Vatsap’ta paylaştı. Yağmur Mirzaeva’ya ait bir yazı. Doğru bulduğum, hissiyatımıza tercüman olan bu yazıda bakınız ne diyor:

 “Kadının anlatası varmış, başladı konuşmaya : 

"Babam öldüğünde, bir köşeye çekilip ağlamak, düşünmek, yaşadığımız her şeyi hatırlamak istedim. Sessizce Kur'an okumak, ölümü tefekkür etmek, kendi ölümümü düşünmek istedim. Onu yolculamak istedim fakat servis yapmaktan, yemek pişirmekten, gelenin gidenin baş sağlığı dileklerini kabul etmekten, hiçbir şey göremedim, babam gitti. Son yolculuğuna onu uğurlayamadım" dedi.

 Maalesef biz öyle bir hale geldik ki, acımızı yaşayamıyoruz.
Gelene gidene hizmet edip, ölenin nasıl öldüğünü(!) Anlatmaktan. Hatta iki ara bir derede,  gıybetin belini kıran ve uzun zamandır birbirini görmeyip cenaze günü fısır fısır kaynatan akrabadan.. Yan yana tıkış tıkış oturup cenaze kalkmadan ikram bekleyen komşulardan. Dert ettiğinden değil de, sırf merakını tatmin için cenaze sahibini konuşturanlardan.. 
                    Ahhh o pideler illa kıymalı olmalı, helva öyle kavrulmaz! İçine çam fıstığı atmalı!
                    Gömülenin kıyameti kopmuş, arkada dulu yetimi kalmış kimin umurunda. 40'ı okutulurken bi sarma sarılmazsa konu komşu ne der? Tavuk yerine kırmızı et koyulursa birde aman aman. O tabaklar nasıl gururla taşınır.
                    Sübhanallah hanımlar!
                    Ne kadar çirkinleştik farkında mısınız?

                    Birde son moda olarak; kokulu taş, tespih, mıknatıslı magnet dağıtma çılgınlığı başladı ki, dağıtmayanı dövüyorlar desem abartmış olmam.
                   Yahu insan ölmüş insan!!!!
                   Belki kabirde kemikleri birbirine geçti azaptan, sen onun adına kokulu taş dağıtarak sevap mı umuyorsun ey kardeşim!
                   Kim soktu bu çirkin işleri bizim fıtratımıza?
                   Biz ahireti bilen, kabrin ve sorgu sualin dayanılmaz zorluğunu bilen bir ümmet olarak nasıl ölüm gibi ciddi bir işi şaklabanlık malzemesi haline getiririz?

                  Hele mevlut  kıreasyonu  şıklık yarışına hiç girmiyorum. Nerde ne altını varsa takmış, evin içinde topuklu terlikle geziyor birde elinde gül suyu. 
                  Yahu adam ölmüş adam!
                  Diriden utanmazsın da Allah'tan da mı korkmazsın, sende öleceksin!
                  Cenazelerinizi festivale döndürmüşsünüz, farkında değilsiniz.

                  Eğer ölümü 1 dakikacık tefekkür edebilseydi bu toplum, bir kaşık pilav yiyemeyecek hale gelirdi. 
                  Bakın ne samimiyetimiz kaldı, ne ciddiyetimiz, ne edebimiz, nede Allah ve ölüm korkumuz.
                  Kaldı ki nerde cenaze sahibine saygı duymak ve insanları rahat bırakmak.

                  Evden ölüden önce pide, lahmacun, yemek kokuları çıkıyor.
                  Cenaze sahipleri uyuşmuş bir vaziyette gelenlere tabak taşıyıp hizmet ediyor.
                  Ben bunu kabul edemiyorum hanımlar!
                  Bu işleri siz başlattınız, bitirecek olanda yine sizlersiniz.
                  Kim ne derse desin, reddedin bu bidatleri!
                  Ölümü; ölüm gibi yaşayın. Rasulullah evlatlarının arkasından, Fatımatuz Zehra ana babasının arkasından ne yaptıysa sizde onu yapın. Allah sonumuzu hayr etsin.”

                 Evet. Mirzaeva önemli bir yaraya, mühim bir bozulmaya parmak basmış.

                 Hiç şüphesiz cenazelerimizle ilgili bidatler bununla da kalmıyor!

                 Şöhretine, namına, şanına, gücüne, zenginliğine, iktidar tarafında yetkinliğine, siyasette olup olmamasına göre cenazeye katılma pozisyonu almalar ve cenazeye iştirakin bu ölçülere göre kalabalıklaşması. Gariban ise cenazesinin önemsenmemesi ve katılımın çok az olması.  Bir yabancı ünlü yazarın; “CENAZE TÖRENLERİNİN GÖRKEMLİLİĞİ, ÖLÜLERE DUYULAN SAYGIDAN ÇOK, YAŞAYANLARIN GÖSTERİŞÇİLİĞİYLE İLİNTİLİDİR” dediği gibi.

                 Cenaze namazı öncesi, hiçbir şey olmamış, musalla da bir mevta yokmuş gibi davranmak, ondan ibret alıp düşünmek, üzülmek yerine, kaynatılan sohbetler, gülüşmeler, konuşmalar, dedikodular, cenazeye değil de gelen insanlarla buluşma ve konuşma, dedikodu etme gibvi pozisyonu almalar. Gelen siyasilerin, yüksek bürokratların, etkili ve yetkililerin etrafında toplanmalar, onların elini sıkma, onlara görünme yarışları.

                  Cenazeye Allah rızası için değil de, siyasi gereklilik, oy kaygısı, sosyal itibar, çevresinden beklentiler ve görünme zorunluluğu için katılmalar.

                  Cenaze namazında siyasetçilerin ille de en öne geçip kurulmalar, en önde namazı kılıp  fotoğraf karelerinde, kamera karşısında görünme çabaları. Asla ortalarda ve arkalarda yer almamalar. Cenaze namazı biter bitmez, hiçbir şey olmamış gibi davranmalar, hemen yemeye koşmalar. Ders almıyoruz cenazelerden, umursamıyor, üzülmüyoruz. Bizim başımıza gelmeyecekmiş gibi davranıyor, ürpermiyor, rutin bir iş gibi bakıyoruz.

                   Oysa, her birimizin akıbeti o musalla da. Mevtaya bakarak kendini orada görme, akıbetini, kendini insanların omuzunda kabre doğru gidiyor gibi tefekkür etme, titreyip kendine gelme, dünya tamahından, mevkiden, makamdan, paradan ve maldan  kopma fırsatını ve düşüncesini  taşımak ve cenazeye katılmayı böyle anlama ve algılama varken. Hiç şüphesiz cenazeye, yalnız Allah rızası ve niyetiyle gitmek, Müslüman kardeşinin son yolculuğunda bulunma vazifesini yerine getirmek ve cenaze sahibinin acısını paylaşmak, teselli etmek amacını güderek. Başka hiçbir niyet ve amaç taşımadan, aklının ucundan bile geçirmeden.

Sahi bize ne oldu!?