Son yıllarda giderek hassaslaşıyorum…
Yaprak düşse ağlayacak haldeyim…
Tevellüdüm 39 olabilir lakin ruhen 80 yaşında gibiyim…
Eski günleri düşündükçe hüzünleniyorum…
“Daha ne gördün, ne yaşadın ki birader” diye düşünenler olabilir…
Lakin dediğim gibi ruhen 80 yaşında gibiyim…
Ne zaman yaşlı bir amcaya veya yengeye rast gelsem eski günlerden bahsederken gözleri dolar hep…
Hüngür hüngür ağlayanlar bile olur…
İşte onlar ne hissediyorsa ben de aynısını hissediyorum…
Tıpkı üstad Necip Fazıl’ın dizelerindeki gibiyim:
“Ey gönül, madenin ne kadar yufka…
Bir kuş ötüşü yeter ağlamana…”
Çocukluğunu, çocukluğunun şehrini herkes özlüyordur muhakkak…
Cihat Zafer ağabeyimizin yazdığı son kitap işte bizi o günlere götürüyor…
Rahmi Sak ağabeyin “Acaba değerini yeterince bilebiliyor muyuz” dediği Cihat ağabeyden bahsediyorum...
Nihayet fırsatını buldum da “Çarşılar, trenler, hatıralar” kitabını önceki hafta bir oturuşta okuyup bitirdim…
Başlığında treni görünce bir sarsılmıştım zaten…
Tren abi bu; benim kırmızıçizgim, nirengi noktam, kapanmayan yaram…
Sadece o mu?
Uzunçarşı, Şemsiyeli Park, benim de çocukluğumun hatıralarında yeri olan lojmanlar…
Ağlatmaz mı adamı bu mekânlar!
Yutkunarak geçiyorum sayfaları…
Derken Selahattin Şimşek abi çıkıyor sahneye…
İyiden iyiye sendelemeye başlıyorum…
Sonra Dr. Sadık Canlı’dan bahsetmeye başlıyor…
“Bu kadar da olmaz ki kardeşim” diyorum içimden…
Sayfalar aktıkça bir de ne göreyim:
Selim Gündüzalp diyor bu sefer…
Dayanamıyorum artık…
Derin bir aaah çekiyorum!
Tutamıyorum gözyaşlarımı…
Balkona çıkıp bir sigara yakıyorum tüm bunların üstüne…
Bir de gazel açıyorum telefonumdan kulaklığımı takıp…
Bir de Elif Güreşçi’den bir şarkı patlatıyorum: 
“Kumruları dinledim susuverdiler…
Rüzgarları bekledim sensiz estiler…
Seherleri özledim hiç gelmediler…
İzlerini nerede bulurum senin…”
Ah Hüseyin abim ah!
Ah Sadık hocam ah!
Ah Selahattin ağabey ah!
Uzunçarşı, tren garı, lojmanlar, Yenicami’deki asmaaltı kahvesi……
Gecenin kör vaktinde mesaj atıyorum Cihat abiye…
“Dağıttın abi beni” diyorum…
Dağıttın beni!
İşte böyle bir kitap yazmış Cihat ağabey…
Okumaya doyamıyorsunuz…
Dört bir taraftan zehir dolan hayatınıza bir anda güzellikler, hatıralar giriveriyor…
Boğazınızda bir yumru, kalbinizde bir ağrı hissediyorsunuz…
Hilmi Yavuz’un dediği gibi; “Hüzündür en çok yakışan bize…”
Cihat Zafer iyi bir yazar olmanın yanında son derece vefalı bir insan…
Unutmuyor Sait Faik’i, Faik Baysal’ı, Kerim Korcan’ı…
Asla dilinden, yüreğinden, kaleminden düşürmüyor ustaları Selahattin Şimşek’i, Sadık Canlı’yı, Selim Gündüzalp’i…
Büyüdüğü, yaşadığı, beslendiği şehrini unutmuyor…
Acısıyla tatlısıyla, dünüyle bugünüyle çok net bir fotoğrafını çekiyor Adapazarı’nın…
Bir insan bir şehri nasıl böyle güzel tasvir eder, nasıl böyle yakından tanır diye hayret ediyor insan…
Bu kitabı mutlaka alın okuyun…
Özellikle gençler mutlaka okuyun…
Hatta büyüklerinizle birlikte okuyun…
Onlara da bu kitaptan birer tane armağan edin…
PTT aralığındaki Değişim Yayınları’ndan veya internet üzerinden kitaba ulaşabilirsiniz…
Bu da yetmez bugün saat 18.00’da Adapazarı Belediyesi Meclis Salonu’nda düzenlenecek olan “Cihat Zafer söyleşi ve imza günü” etkinliğine mutlaka katılın…
Büyüklerinizi de yanınızda getirin…
Şehrine meftun, ustalarına vefalı bu yazara şehir olarak biz de vefamızı gösterelim…
En azından bunu yapalım…

AYNALIKAVAK SOHBETLERİ İÇİMİZİ ISITTI
Adapazarı Belediyesi’nin düzenlediği kültür sanat etkinlikleri çerçevesinde muhteşem bir program yapıldı geçen hafta…
Aynalıkavak Sohbetleri adını taşıyan etkinlik, ismini taşıdığı mekânda, Aynalıkavak Çarşısı’nda gerçekleştirildi…
Gazetemiz Genel Müdürü Zeki Aydıntepe, Erol Girişken (Gaga) ve iş adamı Rahmi Sak’tı konuklar…
Bizi alıp eskilere, o esrarlı günlere götürdüler…
Çay ve simitle desteklenen söyleşi mistik bir atmosferde cereyan etti…
Kurulan doğalgaz sobalarından ziyade anlatılan hikâyeler ısıttı içimizi…
Ne kadar güzel düşünülmüş ve de ne kadar güzel kurgulanmış bir etkinlik…
Adapazarı Belediye Başkanı Mutlu Işıksu bu şehri gerçekten çok seviyor…
Başkan seçildiği günden bu yana icraatlarıyla da, tavrıyla da gösteriyor bunu…
Böylesi bir başkana sahip olduğumuz için çok şanslıyız şehir olarak…
Bu sohbetlerin hız kesmeden devam etmesini diliyor Mutlu başkana ve ekibine teşekkür ediyorum…
Düşünenlerden ve emeği geçenlerden Allah razı olsun…

SAMEK’TE HALA KANTİN YOK
Büyükşehir Belediyesi’nin en çok dua alan, medar-ı iftihar projelerinin başında SAMEK geliyor…
Yani Sakarya Meslek Edindirme Kursları…
Geçen yıl iki kursa katılmıştım, bu yıl da iki dil kursuna birden yazıldım…
Orhan Camii’nin karşısındaki kursa gidiyorum…
Haftanın dört günü büyük bir keyifle ve emeği geçenlere dualar ederek giriyorum derslere…
Ama büyük bir eksiğimiz var…
Sadece beni değil, bütün kursiyerleri etkileyen bir eksiklik bu…
Hatta öğretmenleri bile etkiliyor…
SAMEK’te kantin yok…
Geçmişte çay kahve alıp içtiğimiz, midemiz kazındığında poğaça çikolata falan alıp yediğimiz bu küçücük mekân kapatılmış…
Nedeni de zarar etmesiymiş…
Sadece çay kahve, simit poğaça satan bir işletme nasıl zarar eder diye sormuyorum…
Büyükşehir Belediyesi’nin amacı kâr etmek midir diye de sormuyorum…
Başta Ormanpark olmak üzere birçok işletme için de zarar ettiğine dair duyumlarımız var, peki o işletmeleri de kapatacak mısınız da demiyorum…
Sabahın erken saatinde ve gece işten çıkıp kursa gelen insanların bu sorununa bir çözüm üretilmesini ve bu gayet makul talebin yerine getirilmesini bekliyorum sadece yetkililerden…
1 TL’ye satılan çayı 1,5 TL yapın…
Yiyecek ürünlerini geçtik, bari çay kahveyi eksik etmeyin…
Herkesin takdirini kazanan ve duasını alan bir hizmeti bu kadar küçük bir mesele yüzünden gölgelemeyin…
Bu kadarını söylüyorum sadece…