Tarihin dilsiz şahitleri…
 Bîzeban, farsça kökenli bir sözcük olup; “ Konuşma yetisi olmayan, dilsiz, lâl” anlamına gelmektedir. Kelimenin Türkçe karşılığı “Ahras” tır.
 Birçok önemli sırra vâkıf, hususi görüşmelerin başaktörü olan bîzebanlar; Osmanlı Devlet bürokrasisinde  mühim bir görevi yerine getiren, sadık, becerikli ve güvenilir kimselerdi.
 Konuşma yetisi olmayan bu dilsiz/lâl görevliler, Sultan II. Mehmed döneminden itibaren, sarayda istihdam edilmişlerdir. 
 Enderun ocağında özel bir eğitim alan bîzebanlar; son derece zeki, hafızaları kuvvetli, yetenekli, itimat ehli kişilerdi. Birbirleri ile işaret dili ile anlaşırlardı.
 Bîzebanlar, sarayda seferli koğuşuna bağlı olarak görev yapmaktaydılar. En kıdemli dilsize, başbîzeban denilirdi. Kendilerine mahsus kıyafetleri vardı. Önemli törenlere/merasimlere özel olarak yapılmış kostümler ile katılırlardı.
***
 Bîzebanlar, işarat-ı mahsusa suretiyle konuşur ve meramlarını muhataplarının anlayabileceği şekilde ifade edebilirlerdi. Sıradan olayları, en ince detaylarına kadar hatırlar,  işaret dili ile güzelce tasvir ederlerdi.
 Devletin gizli görüşmelerine katılır, mühim kararlara şehadet eder, siyasetin sırdaşı olurlardı. Padişahın hususi odasının önünde nöbet tutan bîzebanlar, muhasip  olarak da görevlendirilmişlerdir.  
 Padişahın huzurunda konuşmak uygunsuz bir davranış olarak görüldüğünden, saraydaki diğer devlet erkânı da, bîzebanlarla rahatça anlaşabilmek için işaret dilini öğrenmişlerdi. Adeta işaret/lâl dili sarayın resmi lisanı olmuştur. 
 Sarayın korunaklı duvarları arasında, sessizlik içinde hayati kararlar alınır, tarihe damga vuracak konuşmalara bîzebanlar da tanıklık ederlerdi. 
 Tarihi kayıtlar tetkik edildiğinde, Osmanlı dışında, birçok devlette bîzebanlık müessesinin olduğu görülecektir.
***
 Osmanlı padişahlarının önemli bir kısmının dilsiz/işaret diline vakıf olduğu bilinmektedir. Özellikle, II. Osman’ ın işaret dilinde mahir olduğu, gizli görüşmeleri işaret dili ile yaptığı tarihi kaynaklarda yer almaktadır. 
 Saray ahalisi de, kimsenin duymasını istemedikleri, gizli konuşmaları işaret dili ile yaparlardı. Her makamı/rütbeyi tarif eden özel işaretler vardı. Mesela; sağ elinin parmakları tamamen açık bir şekilde, baş üzerine konulursa,  padişah; ellerini yumruk yapıp işaret /şehadet parmağı yukarıya doğru kaldırılır  ise vezir-i azam kastedilirdi.
 Bîzebanlar, uzun yıllar Osmanlı bürokrasisinde varlığını devam ettirmiştir. İlk zamanlar sadece sarayda görev yapan bîzebanlar, ilerleyen yıllarda, Bâbıâli, Meclis-i Has gibi devletin önemli kurumlarında da görev yapmışlardır.
 Örnek vermek gerekirse, Tanzimatın ilanından sonra kurulun heyet-i vükela olarak adlandırılan günümüzün bakanlar kuruluna  karşılık gelen heyette bîzebanlar da bulunmuştur.
 Öyle ki; lâl memur  geleneği Devlet-i Aliyye’ nin son yıllarına kadar mevcudiyetini korumayı başarmıştır.
 Sultan II. Abdülhamid, 30 Eylül 1889 tarihinde sağır, kör ve dilsizler için özel bir okul kurdurarak, engelli çocukların eğitimine  verdiği önemi açıkça ortaya koymuştur.  
 Günümüz işaret dilinin kökleri  bîzebanlara kadar dayanmakta olup; tarihin bu sessiz tanıkları hakkında yeteri kadar malumata sahip olmasak da, Osmanlı Bürokrasisinde engelli kişilerin rahatlıkla görev alabildiklerini, onlar için özel eğitim müesseslerinin kurulduğunu  görmekteyiz.