Teşkilatlardaki ihlas, sadakat ve ehliyet sorunu sadece teşkilatların değil Müslümanlar’ın sorunu aslında…

O yüzden meseleyi geniş pencereden değerlendirmek gerek…

Ama biz siyasi zararlarının önemini anlatmak istediğimizden teşkilatların kulağına küpe yapacak ya da “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle” manasında konuya dokunacağız...
Tevil etmiyorum, biliyorum…

Şöyle teşkilatları toplasak ve onlara “Burada ihlas nerede olmalı gösterin bize” desek, inanın aradan kaplıcaların tarifini yapanlar çıkacaktır…

Ya da “Sadık mısınız davanıza” diye sorsak, ellerinde Siyonizm malı sigarası, masasında kolası, altında lüks arabasıyla “Allah’ına kadar sadığız” diyenler çıkacaktır...

Dahası şu; görev verilen arkadaşlara “Ehliyetin var mı” desek, “Oooo başkan A, B, C bütün ehliyetler var, hatta kepçe bile kullanırım” diyenler çıkacaktır maalesef...

İşin latifesi diyeceğim ama kelimelere yabancı olunduğu için değil de içini doldurmadan  bir yerlere gelindiğinden bu yorumlar yapılabilir…

Görev paylaşımında da böyle olduğunu ve davranıldığını bildiğimden maalesef durum vahamet arz etmektedir…

Hâlbuki “İhlas, sadakat ve ehliyet” Mehdiyet’in esaslarıdır...

İhlas samimiyettir, verilen makamın yaratıcı tarafından verildiğini bilmek ve ona göre itina göstermektir…

Hiçbir “Hamili yakınımdır”a taviz vermeden makamın  hakkını vermektir…

Bu makam ister çaycılık olsun, ister başkanlık…

Sadakat, verilen makamın kurallarına Allah rızası için sebat etmektir…

Bir arabaya, kadına, paraya, yoldaki afili yürüyüşlere, cafcaflı sofralara kendimizi kaptırmadan verilen hak istikamete, “Kafamıza göre yeni bir yol çizmeden” dosdoğru gitmektir…

Ehliyet de önemli olduğu kadar en az dikkat edilen meseledir…

Tüm işlerde ve vazifelerde “İyi çocuktur, edeplidir, babasını tanırım, eti senin kemiği benim” sözlerine bakarak ve “Bu işi yapabilir mi, bilgisi tecrübesi var mı” ona göre bir paylaşım yapılmadan dağıtılır vazifeler…

Yani siz bir adamı uzmanlığını, kabiliyetini görmeden başkanlığa, müdürlüğe, amirliğe getirirseniz karşınıza sorunlar, süratli işlemeyen işler, hantal prosedürler çıkar, çıkıyor da...

Eskiden Osmanlı döneminde kıyafetnameciler varmış…

Gençler onların karşısına çıkarılır, onlar da ellerine, yüzlerine, fıtratlarına bakıp “Sen iyi usta olursun, gönderin Sinan’ın yanına… Senden iyi öğretmen olur gönderin mektebe… Senden ustabaşı olur, yönetici kabiliyetin var gönderin ustabaşılığına” denir ve çocuklara fıtratlarına, yaratılışlarına, meraklarına ve kabiliyetlerine göre vazifeler verilirmiş…

Neticede yüzyıllar süren bir nesil ve de dünyaya hakim alimler ve bilimler ordusu böyle yetişmiş…

Hatıra gönüle bakılmamış, yaratılışlarına bakılmış…

 “Ne iş olsa yaparım ağabeeey” kafası ile hareket ettiğimiz müddetçe ne dahi, ne alim, ne iyi bir çaycı, ne de iyi bir başkan yetiştiremeyeceğimizi ne zaman idrak edecek tepedeki ağalar…

Kadrolarımızı “Benden sonra tufan” mantığıyla kurmayı bırakmamız gerekir…

Bir nesil, bir ülke,  yıllardır bunun çilesinden kurtulmaya çalışıyor…

İşe alımlarda, kadro kurmalarda profesyonel yardım alınabilir, zira bu işin uzmanları var artık…

Herkese her vazife verilmez ama herkese göre de bir vazife vardır…

Kimse kabiliyetsiz yaratılmamış, sizin göreviniz bunları bir araya getirmek ve herkese kabiliyetine göre iş vermektir…

O çay benim bu kahve senin gezerken, sadece midenizi değil aklınızı ve kalbinizi de açın ve kullanın…

Ve şunu bilin ki Fatih’ler, Yavuz’lar, Selahattin’ler bize gökten inmeyecek…