İlk gençlik yıllarımdı…

Sicim gibi yağmur yağıyordu Adapazarı Gar Meydanı’na…

Birden bastırmış, herkesi hazırlıksız yakalamıştı…

Tam ortasında kalmıştım meydanın…

İleri mi gideyim, geri mi döneyim derken meydanın hemen solundaki telefon kulübelerine sığınmaya karar verdim…

O sıralar Konyalı bir kıza âşıktım…

Kulübenin saçağında beklerken, “Dur şunu bir arayayım” diye geçirdim içimden…

Hemen oracıkta satılan orta boy jetonlardan birkaç tane alıp çevirdim numarayı…

Şimşek çakıyor, gök gürlüyor, sicim gibi de yağmur iniyordu ve ben sevdiğim kızla bu romantik ortamda aşk-ı muhabbetteydim…

Zaman zaman meydanı arşınlarken aklıma geliverir o gün yaşadıklarım…

***

Bazen arkadaşlarla buluşma noktamız olurdu gardaki bekleme salonu…

Yüzleri incelerdim, gelen geçeni seyrederdim…

Bir buluşma noktamız da Atatürk Bulvarı’nın başında, Çark Caddesi’ne bakan tarafta bulunan havuzdu…

“Kirpi” derdik biz o havuzu tarif ederken…

Şu saatte “kirpi”de buluşalım diye sözleşirdik arkadaşlarla…

Tam Şemsiyeli Park’ın önünde, sıra sıra uzanan ağaçların altında bekler, arkadaşlar gelince yanlarına koşardım…

Şimdi o havuzun önünden her geçişte o hatıralar canlanıverir gözlerimin önünde…

***

Bilen bilir, nostalji delisi bir adamımdır…

Hatıralarla yaşarım…

Okuduğum okulların bahçelerinde dolaşırım zaman zaman…

Çocukluğumun geçtiği mahallelerde gezinirim…

Kapalı Çarşı’ya her girişte bir zamanlar ikinci katta yer alan ve rahmetli babamın müdürlüğünü yaptığı Melek Sineması’nı hayal ederim…

Dar Sokak’tan geçerken Yıldız Sineması’nı düşlerim…

Yeni Camii’nin, Çark Caddesi’nin, Sedat Kirtetepe’nin, Atatürk Bulvarı’nın, Yorgalar’ın, eski Garajlar’ın, Ozanlar’ın, Sapanca’nın nice hatırası vardır bende…

***

Babam, dedelerim, ananem, babaannem, amcam, dayım; atalarım yatıyor bu şehrin mezarlarında…

Sakarya işte böyle bir şehir benim için…

Evet, bir Kapadokya, bir Pamukkale yok bu şehirde…

Ne bileyim işte; Efes yok, Nemrut yok…

Bir Çanakkale değil burası…

Bir Şanlıurfa değil, Mardin değil, Bursa değil…

Bu şehrin aman aman kahramanlık öyküleri olmayabilir…

Zengin bir mutfağa da sahip olmayabilir…

Neolitik Çağ’a ait kalıntıları da barındırmayabilir…

Ama hepsinden önemli bir tarih yatıyor bu şehirde…

Benim kişisel tarihim yatıyor…

Çocukluğum, gençliğim…

Hepsinden, her şeyden “derin” bir tarih yatıyor bu şehirde…

Her köşesinde, her taşında bir tarih yatıyor…

İnsan yaşadığı şehre sahip çıkacak…

Doğduğu veya doyduğu şehre sahip çıkacak…

İnsan tarihine, geçmişine sahip çıkacak…

Sevecek insan yaşadığı şehri…

***

Kim neyini gömer bilmem ama ben bu şehre kişisel tarihimi gömdüm…

Bu şehir de beni gömsün…

Helali hoş olsun…