İki hafta önce Başkent’te, Sakarya Düşünce ve Dayanışma Platformu ile birlikte, özel izinle Türkiye Havacılık ve Uzay Sanayii tesislerini ziyaret etmiştik... 
Bu konuya yönelik izlenimlerini yine bu sütunlarda paylaşırken altını özenle çizdiğim şu görüşlere yer vermiştim…
“On bin dinamik ve o nispette hevesli genç bir kadrodan oluşan ekip” arı misali çalışarak ülkemizin ihtiyacı olan hava savunma araçları üretiyor, bir-iki parça haricinde hemen hepsi yerli ve milli kaynaklardan elde ediliyor... 
Her bir ünitenin başında mesleğinin ve ülkesinin sevdalısı zıpkın gibi genç bir teknik kadro var…
Kurumun başına ise daha önceleri Türk Hava Yolları’nı dünyanın önde gelen kurumlarından biri haline dönüştüren Genel Müdür Temel Kotil getirilmiş…
Ziyaretin başında, onunla birlikte kısa bir slayt izledik önce…
Daha sonra Aselsan’ın genel müdürü de katıldı gruba…
Her iki genel müdürün birbiriyle olan samimiyeti ve muhabbeti yansımış çalışmalara…
Zaman bizim için çok değerli…
Havalarda söz sahibi olmak için zamanla yarıştığını gördüm ülkemizin…
Üretimde her parçanın yerine konmasını belirten zaman dilimi çekti dikkatimi, dinlerken anlatılanları… 
Birinin aksaması dahi söz konusu değil…
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gözü, kulağı bizim üzerimizde… 
Belirtilen sürede istenileni ortaya koyamazsak, inanın koca Reis bizi isterse babasının oğlu olalım, bir dakika değil bir saniye bile işin başında tutmaz.
Öylesine titiz bir takip içerisinde…”
Anlatılanlardan edindiğimiz ve dahi aklımızın bir köşesine kazıdığımız gelişmeler, işte böyle son derece önemli bir çalışmayı yansıtıyor…
O gün içimden geçirdim, ülke olarak kendine, gençliğine, çalışanına güveni olmayan koca bir yüzyıl geride bırakmışız anlaşılan... 
Dünya ülkeleri arasında ilk beşe girecek SİHA’ları, sinyal karıştırıcıları ve TAİ’nin ürettiği uçak motorlarının test safhasına gelişi, dün hayal bile edilemezken, bugün hayata geçirilmiş olduğunu gözümle görüp yaşamasam ve de biri kalkıp bana anlatsa, belki ben de yanlışa düşebilirdim... 
Bütün bunlara karşın ortalığı aksine görüşleri ile geren, kendi vatandaşına, teknisyenine ve devletine güvenmeyen bir asırlık o köhnemiş zihniyet var içimi kemiren…
İşte o hal, beni TUSAŞ ziyareti sırasında bir daha gelmeyecek şekilde terk edip gitti…
Mevla ülkeme caydırıcı özellikten gayri, bir uygulama alanı göstermesin derken çıkageldi o istenmeyen olay başımıza…
İdlib’de şehit edilen kahraman Mehmetçiğin kanını yerde bırakmayan harekat, adeta gördüğüm manzarayı teyit edercesine başlangıçta duyduğum endişeleri içimden söküp atıyordu…
Ülkemizi derinden yaralayan tarifi imkansız acılar bırakan, uykusuz geceleri dualara boğan, insanımızın yürek yangınını tam olmasa da bir ölçüde söndüren ve barışı sağlayacak bir masaya eli güçlü şekilde oturtacak destansı mücadele başlatan ordumuzun sağladığı başarı; işte o büyük tesiste üretilen silahlı-silahsız ve de insansız savunma amaçlı hava araçları ile helikopterlerin sağladığı, dünyayı hayrete düşüren üstünlüğün ispatıydı…
Hep söylüyoruz ve yazıyoruz; Türkiye artık kendi göbeğini kendi kesecek hale geldi…
Yakın zamanda çok daha ileri hedeflere ulaşacak farklı ve zengin bir savunma filosuna kavuşacağız... 
Bütün bunların hız kazanması, içerde sağlanan birlik ve beraberlik anlayışı ile gerçekleşir tez elden…
Böyle düşünürken, “Ne olursa olsun isterse yıkılsın bu ülke, yeter ki Recep Tayyip Erdoğan gitsin” düşüncesiyle bu tarihi süreçte yalnızca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve partisini değil, sağduyulu her yurttaşı ve ayırım yapmaksızın her partiyi yani tüm ülkeyi ilgilendiren bir anlaşma öncesi yapılan saldırıdan kaynaklanan, TBMM’nin itibarını sarsan moral bozukluğu, Türk heyetinin değil karşı tarafın elini güçlendiren son derece talihsiz bir olaydır…
Türkiye’ye düşman gerekmez, içerde böyle parti ve partililerden oluşan dostları (!) olduktan gayri demekten alamıyor insan kendini…