Altının karz/borç verilmesi caiz midir?
Altın, kendisi sarf edildikten sonra misli iade edilebilen mislî mallardandır. Dolayısıyla altının, cumhuriyet altını gibi tane ile alınıp satılanlarının sayı ile, 22 ayar bilezik gibi tartı ile alınıp satılanlarının ise tartı ile borç verilmesi caizdir. Fakat geri ödenirken eksiksiz-fazlasız, tam olarak alınanın misli verilmelidir. Aksi halde faizli işlem olur. Altının veresiye satılması ise caiz değildir.
Karz (borç verme) akdinde süre belirlenmesi faize (nesîe/veresiye faizine) yol açar mı?
Bazı âlimler karz akdinde süre belirlemenin nesîe (veresiye) faizine yol açacağını söylemektedirler (Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi, VII, 396). Ancak karz akdini her yönüyle bir mübadele (alım satım) akdi olarak kabul etmek mümkün değildir. Zira burada gerek borç alanın, gerekse borç verenin parayı değiştirme gibi bir niyetleri yoktur. Ayrıca paranın değiştirilmesinde hem mukriz (borç veren) hem de müstakriz (borç alan) için herhangi bir yarar da mevcut değildir. Bu nedenle akit esnasında bir fazlalık şart koşulmadığı sürece, karz akdinde süre belirlenmesi faize yol açmaz. Fakat belirlenen süre borç veren açısından bağlayıcı değildir.
Şayet süre belirlenmişse, borç veren kişinin, henüz süresi dolmadan alacağını istemesi caiz midir?
Borç verme bir yönden teberru akdi olduğu için, mukrizin (borç veren kişinin), şart koşulan süreye riayet etmesi hukuken şart değildir. Ancak söz konusu sürenin bitiminde istemesi ve böylece sözünde durması ahlâki bir görevdir. Zira Müslümanın ahdine vefa göstermesi, sözünde durması en önemli özelliklerdendir. Bu konuda birçok ayet ve hadis mevcuttur (Mâide, 5/1; İsrâ, 17/34). Ayrıca zorda olan bir Müslümanın sıkıntısını gidermek, darda olan borçluya süre vermek dinimizin çok önem verdiği şeylerdendir. Nitekim bir ayet-i kerimde; “Eğer borçlu darlık içinde bulunuyorsa, ona geniş bir zamana kadar süre tanımak vardır. Eğer bilirseniz, alacağı bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 2/280) buyurulmaktadır. Rasûlüllah da (s.a.s.): “Her kim bir müminin dünya sıkıntılarından bir sıkıntısını giderirse; Allah onun âhiret sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Her kim darda kalana kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve âhirette kolaylık gösterir. Kişi din kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da onun yardımındadır.” (Müslim, Zikr, 38) buyurmuşlardır.
Ödeme imkânı olduğu halde zamanında borcunu ödemeyen kişiye her hangi bir ceza-i müeyyide uygulanabilir mi?
Ödeme imkânı olduğu hâlde zamanında borcunu ödemeyen borçlu, manen sorumlu olur ve ahiret azabını hak eder. Bu konuda Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Zengin kişinin borcunu ödemeyi uzatması zulümdür.” (Buhârî, Havâlât, 1)
Hukuki açıdan ise; kişinin zimmetinde bir borç sabit olur ve onu ödemeye yanaşmazsa, bu kişi yetkili makamlar tarafından ödemeye zorlanabileceği gibi, gerekli görülmesi halinde hapsedilir. Fakihler bu tür bir cezanın uygulanmasını, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in konuyla ilgili hadislerine dayandırmışlardır (bkz. Buhârî, İstikraz, 13). Borçlunun borcunu geciktirmesi nedeniyle -paranın değer kaybetmesi gibi bir sebeple- alacaklı zarara uğrarsa borçluya bu zarar tazmin ettirilir. Ancak borçlunun malî sıkıntı içinde olduğunu ispat etmesi halinde yetkili makamlar borcunu ödeyebilmesi için kendisine belli bir süre tanır. Bu durum ise, alacaklının yasal hakkını istemesine engel teşkil etmez (Mevsılî, el-İhtiyâr, II, 265-266).
Vadeli satış veya borç (karz) akdinde borçlanılan para birimi yerine başka bir para biriminin ödenmesi caiz midir?
Fakihlerin çoğunluğu, vadeli satış ile borç (karz) akdinde, bedel olarak belirlenen para birimi yerine, ödeme tarihindeki kuru esas alarak farklı bir para biriminin-mesala borç olarak alınan altın paranın yerine gümüş paranın -ödenmesini caiz görmüşlerdir (Serahsî, el-Mebsût, Beyrut, tsz, XIV, 2; , 239; İbn Kudâme, el-Muğnî, Beyrut, 1405, IV, 187; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, Beyrut, 1982, II, 200).
İbn Ömer’den (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir: “Bakî’de deve satardım; deveyi (bazen) dinar (altın para) karşılığında satar, dirhem (gümüş para) alır; (bazen de) dirhem karşılığı satar, dinar alırdım. (Sattığımda) dirhemin yerine dinarı alır ve satın aldığımda da dinar yerine dirhem verirdim. Sonra Rasûlüllah’a (s.a.s.) gidip ‘Ya RasûlAllah, müsaade eder misin, sana bir şey soracağım. Ben (bir malı) dirhem mukabilinde satıp, dinar alıyorum. Bunun yerine altının yerine gümüşü alıp veriyorum’ dedim. Rasûlüllah (s.a.s.); ‘Aranızda (ödenmemiş) bir şey kalmadıkça o günün rayici ile (birinin yerine ötekini) almanda mahzur yoktur. ‘ buyurdu” (Ebû Dâvûd, Buyu’, 14).
Buna göre mesela, vadeli bir satış veya borç (karz) akdine konu olan 1500 TL bedelin zimmette borç olarak kalmak üzere piyasada geçerli olan günlük kur üzerinden 1000 $ ile geri ödenmesi, her iki tarafın da rızasının olması kaydıyla caizdir.
Satıcı malın niteliklerini gizler veya yanlış beyanda bulunursa, alış-veriş akdi gerçekleştikten sonra bunun farkına varan müşteri ne yapabilir?
Alım-satım akdinde akde konu olan malın bütün niteliklerinin ve satış bedelinin alıcı ve satıcı tarafından bilinmesi ve açıklanması gerekir. Satıcının yanlış beyanı üzerine kurulan alım-satım akdinde, malda satın alış amacını ihlal eden ya da fiyatını düşüren bir eksiklik veya kusur bulunur yahut da mal normalden daha pahalı olursa müşteri dilerse satın aldığı malı konuşulan fiyat üzerinden kabul eder, dilerse malı geri vererek akdi bozar. Ancak müşterinin maldaki kusura karşılık fiyattan indirim talebinde bulunma hakkı yoktur. Böyle bir durumda akdi feshederek malı geri verip, yeni bir akit yaparak söz konusu malı daha düşük bir fiyattan satın alması da mümkündür (Merğînânî, el-Hidâye, Beyrut, ts. , III, 36-37)
Alış-veriş akdi hangi durumlarda bozulabilir? Yapılan bir akit hiçbir sebep olmaksızın tarafların karşılıklı rızası ile feshedilebilir mi?
Dinimize göre Müslümanın, verdiği sözü tutması, ahdine ve akdine sadakat göstermesi en önemli görevlerinden birisidir. Alım satım akdi, lazım (bağlayıcı) bir akit olup, sözleşme ile birlikte kesinlik kazanır. Dolayısıyla feshine izin veren durumlar bulunmadıkça akit tek taraflı olarak feshedilemez. Ancak şu durumlarda, her birisi için gerekli olan şartları taşımaları kaydıyla, kurulmuş bir alım satım akdi bozulabilir:
a- İkâle yani sebepli veya sebepsiz, tarafların kurulmuş olan bir akdi karşılıklı rızaları ile (Merğînânî, el-Hidâye III, 54-55). Hz. Peygamber (s.a.s.), alış-verişini bozmak isteyen bir Müslümanın bu talebini kabul eden kişinin, Yüce Allah tarafından hatasının affedileceğini ve kıyamet günü sıkıntısının giderileceğini (Ebû Dâvud, İcâre, 18; Buyu’, 52; İbn Mâce, Ticârât, 26) ifade etmiştir. İkâlenin bu şekilde gerçekleştirilebilmesi için malın akit esnasındaki şekliyle duruyor olması gerekir.
b- Alıcı veya satıcıdan birisinin ya da her ikisinin muhayyerlik (belirlenen süre içinde akdi devam ettirme veya feshetme) hakkı bulunup, bu hakka sahip olanın, süresi içersinde akdi feshetmesi ile (Merğînânî, el-Hidâye III, 27),
Malda, piyasada değerini düşmesini gerektirecek bir kusur bulunup, müşterinin bu kusur nedeniyle akdi feshetmesi ile (Merğînânî, el-Hidâye III, 35 ve dev. ),
Bir malı görmeden satın alan kişinin, malı gördüğünde kullandığı muhayyerlik hakkı ile (Merğînânî, el-Hidâye, III, 32),
Alıcı veya satıcıdan birisi, yekdiğerini kandırarak (tağrir ile) normalden çok aşağı veya fazla fiyatla (gabn-i fâhiş ile) alıp satarlarsa, kandırılan kişinin bu akdi feshetmesiyle (Mecelle, M. 357).
Aşırı aldanmanın (gabn-i fâhişin) ölçüsü İslam âlimleri arasında tartışılmıştır. Kimileri fiyat takdircilerinin (bilirkişilerin) tespit ettiği tahmini meblağların üst sınırını aşan bir fiyata satma ya da satın alma durumunu gabn-i fâhiş sayarken (Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi, VI, 30; İbn Nüceym, el-Bahru’r-râik, I, 171), kimileri insanların çokça alıp sattıkları mallarda (urûzda) %5, hayvanda %10, taşınmaz mallarda %20’lik ve daha üstü farkı gabn-i fâhiş olarak kabul etmişlerdir. Mecelle bu görüşe göre düzenlenmiştir (Mecelle, M. 156; Ali Haydar, Düreru’l-hukkâm Şerh-u Mecelleti’l-ahkâm, I, 248).