Tabiatın kalbidir, doğanın gözdesidir, güzelliğin zirvesidir Bolu.

Bolu ‘yiğitlerin harman olduğu’ yerin adıdır. Bin bir türlü ‘delikli demir’ icat olsa da, hâlâ mert olanların, hâlâ mert kalanların, hâlâ mert yaşayanların şehridir o.

Bolu Köroğlu’dur, Bolu Tokadı Hayrettin’dir, Bolu Akşemseddin’dir; ve Bolu nihayet İzzet Baysal’dır.

Her şehir bir isimse eğer; Malatya Battal Gazi, Eskişehir Yunus Emre, Ankara Hacı Bayram ise, Konya Mevlana Maraş Nene Hatun Kırşehir Hacı Bektaş-ı Veli ise, Bolu hiç kuşkusuz Köroğlu diyarıdır.

Hikâye mâlum: Bolu’da ‘bey’ var, zulmedecek birine, gözlerine mil çektirecek, gözsüz mazlumun oğlu doğacak, adını Ali koyacak, Ali büyüyecek, Hz. Ali’nin kılıcını taşıyacak elinde, babasının hesabını ‘bu dünyada’ soracak ‘bey’lere, ‘bey’lerin keyfi kaçacak; vuruşma, dövüşme, kaçışma; sırtını dağa verecek bizim Ali’cik, o dağ senin bu dağ benim; ‘bey’ler ovada bizim Ali ‘dağ’larda beyleyecek, bekleyecek, beslenecek.

Bizim Ali’ye de bir isim vermemiz gerekecek, şöyle afili tarafından; ‘bey’ler eşkıya dememizi isteyecek, Üsküdar şâki, beylerin çanak yalayıcıları zalim, yardımcıları talancı; Ali ise hepsine birden yalancılar diye haykıracak ve soracak bize: ‘Sahi, kimim ben? Amme vicdanındaki izdüşümüm nedir benim?’

Bizim Ali’ye ‘baba bir isim’ koyabilmek için düşeceğiz yollara; Geyve, Taraklı, Göynük, Mudurnu, Seben derken yolumuz Abant’tan geçip Aladağ yaylalarına düşecek, Dörtdivan’da soluklanıp soracağız ‘yüksek’lere: ‘Kimdir bu Ali?’ Dağlar cevap verecek: ‘Hangi Ali?’ Diyeceğiz: ‘Babasının oğlu Ali?’ Dağlar sürdürecek: ‘Kör babanın oğlu Ali mi?’ Nâçar cevaplayacağız: ‘Evet!’, Dağlar da fermanı imzalayacak: ‘Köroğlu Ali.’

‘Ben Hakk’ın kulu Köroğlu’yum’ diyecek Ali, ‘ben Hakk dediğimi, Hakk bildiğimi, Hakk bellediğimi yaparım’ diyecek Ali, ‘ben Hakk’ımı alırım’ diyecek, ‘ben haklının hakkını haksızdan alır haklıya veririm’ diyecek; tutacak sözünü ‘Köroğlu Ali’; alacak da verecek de. Ve ‘bey’liğini zulme gark etmiş bütün beylere bir eliyle Istırancaları, diğer eliyle de Gavur Dağlarını gösterip seslenecek, bağlama eşliğinde, gönül telimizi titrete titrete:  

Benden selam olsun Bolu beyine
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdırrrrrrr, yaslanmalıdıııır
Ok gıcırtısından kalkan sesinden 
Dağlar seda verip seslenmelidirrrr, seslenmelidiiiiir

O gün bugün, yiğitliği mertliği şanı alıp yürüyecek bizim Köroğlu’nun; sadece Bolu’da değil, Adapazarı’nda, Zonguldak’ta Bilecik’te değil sadece; Allahüekber’den Toroslar’a, Çamlıbel’den Zigana’ya değil sadece; yedi düvele yedi cihana yayılacak şanı. O gün bugün kim ‘hak’ dese, zulme zorbalığa haksızlığa karşı dik dursa ‘Köroğlu’nun gardaşı yoldaşı ayakdaşı’ sayılacak bilinecek bellenecek.  

İşte Bolu ‘düş’ün, ‘düşün’cenin, ‘düşünme’nin şehridir de; Bolu ‘işin sonunu’ düşünenlerin şehridir .

Kaymağın, balın, yemeğin hası Bolu’da bulunur; insanın da… Yaylası da boldur, gölü de, sazı da sözü de suyu da lezzetlidir. Suyu lezzet olduğu kadar şifadır da.

‘Burası Bolu / Olsa da olu / Olmasa da olduruvörüz’ atasözüyle, çözümün, çözümcülüğün şehridir de Bolu.

Bolu zulme karşı direnmenin, haksızlığa karşı adaletin, yanlışlığa karşı doğruluğun şehridir.

Bolu ‘beylerin tahtını çöpe atan’ yüzlerce binlerce on binlerce Köroğlu’nun şehridir; orada söz öz ve yüz ‘bir’dir.

Delikli demir çıkıp bozulsa da mertlik’ yedi cihanda, namertlik Bolu’ya uğrayamamıştır daha. Yiğitliğin, mertliğin, kahramanlığın şehridir zira. 

Her şehir bir renkse eğer; mavi’yse İzmir, yeşilse Bursa, kahverengiyse Mardin, sarı ise Konya, turuncuysa Adana; Bolu ise hiç kuşkusuz turkuazdır. Turkuazdır, zira Bolu bayrağa devlete millete bağlılığın kitabını yazan şehirdir.

Mengen ‘lezzet’, Gerede ‘hıfz’, Yeniçağa ‘kuş’, Dörtdivan ‘yiğit’, Seben ‘elma’, Kıbrısçık ‘köçek’, Mudurnu ‘helva’ Göynük ‘evliya’dır.

Bolu gösterişsiz, ‘olduğu gibi olan’ insanlar diyarıdır.

Doğanın, doğal olanın, doğallığın başkentidir.

Özgürlüğün, özgünlüğün, düzgünlüğün başkenti.