Hemen her gün bir çevre kirliliği haberi duymaktan bıktık, usandık! 

                Yorulduk, tiksindik, bizar olduk! 

                Neredeyse her haber vaktinde bir yerlerde bir çevre katliamının haberi var. 

                Bir bakıyorsunuz bir yerde toplu balık ölümleri… 

                 Simsiyah katran gibi akan bir dere… 

                 Tamamen kimyasal atık ile boyanmış bir başka dere, çay, nehir… 

                 Gölden veya denizden çıkan envai çeşit çöpler… 

                 Çöple kaplanmış sahil kıyıları, kumsallar… 

                 Çöpten savaş alanına dönmüş bir piknik yerleri… 

                  Çöp, izmarit ve benzeri atıklarla her zaman kirli caddeler, sokaklar… 

                 Kirlilik oranı % 400’lere varmış bir dere, bir çay, bir nehir haberi… 

                 Etrafa koku yayan  dereler… 

                 İmara açılan ve betonlaşan  ormanlar… 

                 Yangınlarla yok olan, tamamen çölleşen hektarlarca orman alanları… 

                 Sellerle su altında kalan ve sürüklenip yok olan araziler… 

                 Heyelanlar ve  erozyon /aşınım ile  akıp giden topraklar… 

                 Her yağmurda kıpkızıl toprak ve çamur akan dereler… 

                 Toprağın kanının aktığı dereler! 

                 Derelerimiz; açık ve tabii/doğal kanalizasyon şebekesine çevrilmiş. 

                 İşe yaramayan ne varsa atılan yerler olmuş. 

                 Göller ve denizler; tabii/doğal çöp/atık depo alanları olarak görülüyor. 

                Issız yerler ve orman alanları, kaçak çöp ve hafriyat döküp kaçılan yerler haline gelmiş. 

                Gayri meskün sahalarda yol kenarları öbek öbek çöp ve hafriyat ile doldurulmuş. 

                Ölen tavuk cesetleri dere kenarlarına bırakılmış. 

                Ömrünü tamamlamış kocaman koltuk, sandalye, araba tekeri dere yatağında yatıyor. 

                Bir başka yerde yol yapılmış ve çıkan hafriyat yamaç aşağı bırakılarak, yolun on katı alan mahvedilmiş. 

                Yok edilen ziraat arazileri, orman ve meralar. 

                 Birinci sınıf tarım arazileri üzerine kondurulan binalar, yemyeşil halı gibi araziler üzerine büyüyen şehirler. OVAYA DOĞRU YAYILMIŞ KENTLERİMİZ. Sakarya ovası (Akova), Bursa ovası, Samsun’un OVALARI, , Çukurova, Mersin’in turunçgil bahçeleri, bütün şehirlerimizin düz, 1.sınıf arazileri yok olmuş durumda. 

                 Sapanca ormanları, Kazdağı ormanları, Akdeniz, Karadeniz, Marmara ormanları… 

                Bu ve benzeri birçok çevre tahribatı/katliamı almış başını gitmiş. 

                Karnımızı doyurduğumuz, hayatımızı idame ettirdiğimiz, yaşamamız için olmazsa olmaz topraklarımız yok oluyor. 

                Kendi geleceğimizi kendi ellerimizle yok ediyoruz. 

                Kendi ayağımıza değil, kalbimize bıçak saplıyor, kurşun sıkıyoruz! 

                Bilerek ve göz göre göre sonumuzu hazırlıyoruz. 

                 Adeta vatanımız, bir bütün olarak ayağımızın altından kayıp gidiyor, adım adım eriyor, yok oluyor. 

                 İnsanoğlu kendi kıyametini kendi elleriyle hazırlıyor! 

                 Gideceğimiz bir başka vatan, bir başka dünya, bir başka gezegen henüz olmadığını bile bile bütün bunları yapıyoruz. 

                 Oysa bütün bunları yapmamamız, engellememiz mümkün. 

                 Çevremizi korumak için para, finansman, kıredi, pilan, pıroje, ihale, yatırım da gerekmiyor. 

                  Bu konuda emperyalist bir baskı, bir dayatma, zorlama da yok. 

                      S-400’ler gibi, NATO dışı bir sistem, bir entegrasyon sorunu da değil. 

                      Dünya bankası, İMF ve benzeri küresel sömürü kuruluşlarına da ihtiyaç duyulmuyor.  

                       Emek, alın teri, zahmeti de yok. 

                       Elimizdeki çöpü sokağa, caddeye, parka, piknik yerine, araziye, ormana, dereye, göle ve denize atmamamız yeterli. 

                       Binaları, konut, sosyal ve sanayi tesislerini 1.sınıf ziraat arazilerine, orman ve meralara korumamamız bu işi çözüyor. 

                       Kirletmeden, bozmadan kullanmamız yeterli. Emeksiz, zahmetsiz ve bedava. 

                       Ama her nedense bir türlü beceremiyoruz. 

                       En kolay, en ucuz, bila bedel bu işi beceremeden, diğerlerini, yani para, finans, kıredi, yatırım, pilan, pıroje isteyen, teknik, teknoloji, fabrika, sanayi isteyen diğer şeyleri nasıl becereceğiz? Beceremiyoruz da . Beceremediğimiz ortada ve asla beceremeyeceğiz! 

                        Çevre sorunlarını halletmeden, başka hiçbir sorunu çözmemiz mümkün değil. 

                         Sorumlu idari hizmetkarlar, kurumlar nerede? 

                         Sorumlu insan ve Müslüman olarak bizler, millet nerede? 

                         Kurumlar layıkıyla vazifesini yapıyor mu? 

                        Bu işin çözümü olan EĞİTİM, YAYGIN EĞİTİM, HER ALANDA EĞİTİM, BEŞİKTEN MEZARA KADAR SÜREKLİ EĞİTİM, TAKİP, MURAKABE, İKAZ VE MÜEYYİDE VAZİFESİNİ yerine getiriyorlar mı? 

                       Millet olarak biz vazifemizi yapıyor muyuz? 

                        Hiç şüphesiz çevre kirliliğinden önce, İNSAN KİRLİLİĞİNİ Halletmeliyiz! 

                       İNSANI TEMİZLEMEDEN, TEMİZ BİR BEYİN, TEMİZ BİR KALP İNŞA ETMEDEN, çevreyi temiz tutmamız mümkün olmayacak.