Sukut insan için çok değerli bir ahlaktır. İnsan doğduğunda ağlar ve anlamsız olarak sesler çıkarır. Ana lisanını öğrenmek ise birkaç yılını alır. Tefekkür ve hikmet boyutuyla dilini öğrenmek ise yılları alır. Her konuşma hikmet ve hayra hizmet etmez. Zaten insana diğer bir anlamıyla “Hayvanı Natık” dememişler miydi? İnsanın biyolojik olarak konuşması ve bu yeteneği tarifi mümkün olmayan ilahi bir mucizedir. Tabii konuşma kulağa bağlıdır. Duyamayanlar ise bu nimetten mahrumdurlar. İşte böyle konuşma; seni duyan ve duymak isteyen varsa değerlidir. Değilse ses kirliliği veya gürültüden ibarettir. Bunun içindir ki İlahi kitabımızda “Kur'an okunduğu zaman da hemen onu dinleyin ve susun gerek ki rahmete erdirilirsiniz” ayeti dinlemenin de bir emir olduğunu ifade etmektedir.

Konuşma profesyonel anlamıyla hitabet olarak da isimlendirilir ve çok çeşitleri vardır. Bunlardan biride “Dini Hitabettir” Bu hitabet cami içi ve dışı olmak üzere, şimdi de sosyal medya vasıtasıyla “Ağzı olan herkes konuşuyor” durumuyla yaygınlaşmıştır. Peki, sonuç ne olmuştur?  "Def'-i mazarrat celb-i menâfi'den evlâdır." kuralına bakarak geldiğimiz nokta neresidir? Eskiden insanlara hakikatleri duyuramadığımızdan şikâyetçiydik ama gelinen zaman içinde bu mazeretimiz ortadan kalktı. Yeryüzü seması seslerimiz ve görüntülerimizle dolup taşmıştır. Ancak yeryüzümüz ise istenilen kıvamda değildir.

Susma konusu hukukta yıllarca süren mücadele sonucunda kazanılan bir haktır. Biz bu hususu Hz. Meryem’in oğlu Hz. İsa peygambere hamile olduğu zamandan biliyoruz. “Artık ye, iç. Göz (ün) aydın olsun. Eğer beşerden her hangi birini görürsen «ben, de, o çok esirgeyici (Allaha) oruç adadım. Onun için bu gün hiç bir kimseye kat'iyyen söz söylemeyeceğim.»

Bu konuda bir başka örnek ise: Zekeriya: “Rabbim! O halde oğlum olacağına dâir bana açık bir delil göster” dedi. Rabbi de: “Senin istediğin delil, işaretle anlaşman dışında üç gün insanlarla konuşamamandır. Bu esnâda Rabbini çok zikret ve O’nu sabah akşam tesbih et” buyurdu.

Bu iki örnek susarak savunma, tebliğ, müjde ve hakikati ifade etmeği öğretmektedir. "Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah'a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun."

Bu konuda yazıyı çok uzatmadan derim ki, bir hocamızın ifade ettiği gibi, acaba dini anlatmaya çalışanlar olarak biraz sussak mı, belki insanlar benim bir dinim var onu arıyorum ve öğrenmeliyim mi derler. Bir yakınım dedi ki beni her gördüklerinde ayet, hadis okuyup vaaza başlıyorlar, sanki ben din düşmanı veya cahiliyim gibi suçlamaya uğradığımı sanıyorum, biraz sussunlar da onların güzel ahlaklarını göreyim.

Evet, çok konuşuyoruz. Bu mesele sadece bugünün değil, dününde meselesiydi. İşte örneğimiz: Şakîk b. Seleme -rahımehullah- dedi ki:İbn Mesud -radıyallahu anh- bize perşembe günleri vaaz ederdi. Adamın biri ona: Ebû Abdurrahman! Keşke bize her gün vaaz etsen, dedi. İbni Mes`ûd ona şunları söyledi: Sizi usandırmamak için her gün vaaz etmiyorum. Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'de, bıkıp usanmayalım diye, dinlemeye istekli olduğumuz günleri kollardı.

Bir yerde okumuştum: “Bazen susarak kazanmak, cevap vererek kaybetmekten çok daha iyidir… Öyle ki; bazen fazla kelam etmek, harflere eziyettir.”Her şey bir amaç için yaratılmıştır. Unutmamak lazım ki; harfler ve kelimeler, kalpleri kırmak için yaratılmamıştır”

Faruk Beşer hocamız ise: Susmayı bilmek konuşmayı bilmekten daha zordur ve sanırım daha da önemlidir der.