Birkaç gün önce, mesai arkadaşım ve değerli bir kardeşimden bir telefon aldım.

               Bir vekilimizin; hesabına bir miktar nakit göndererek, mülteci kardeşlerimize verilmesini istediğini bana aktardı.

              Muhacir kardeşlerimizle yakından ilgilendiğimi bildiğini ve kendisinin rahatsız olduğunu belirterek, meblağı bana göndereceğini ve ihtiyaç sahibi sığınmacı kardeşlerimize ulaştırmamı istedi.

             Epeyce zamandır vekil olan bu kardeşimizin, bundan önce de zaman zaman böyle yardımlar yaptığını da  ekledi.

             Yakından tanıdığım bu vekil kardeşimizin bu hareketi beni çok sevindirdi ve kendisini daha çok sevmemi sağladı.

             Tevazu ve alçak gönüllüğüyle tanıdığım bu vekil kardeşimizin bu tavrı, örnek bir hareket.

              Şov yapmadan, kimseye duyurmadan, reklama alet etmeden, belki de duyulur diye gönderebileceği başka kanalları denemeden, sessizce bir kardeşine göndermesi ve fevkalade zor durumda olan Suriye ve Iraklı muhacir kardeşlerimize verilmesini istemesi, “Müslümana” ve “Ensar” vasfına yakışan çok güzel bir hareket.

             “Sağ elin verdiğini sol el duymayacak” pırensibine uygun bir infak.

             Aynı pırensibe sadık kalarak ismini yazmıyorum.

             Yazarsam, hayır ve sevabı tümüyle zayi olur ve en çok ben zayiata uğrarım.

             Sadece, herkese ve tüm vekillerimize örnek olması bakımından yapılan“hayrı” yazıyorum.

             Binlerceyi bulan bir muhacir kitlesi ile Sakarya’da beraberiz.

             Sadece Suriye ve Irak’tan değil, birçok ülkeden var.

             Bilebildiğim kadarıyla, Filistin, Özbekistan, Çeçenistan, Fas’tan, İran’dan ve daha başka yerlerden de var.

             Onlar “MUHACİR.”

             Biz “ENSAR” olmak zorundayız.

             Büyük bir felaket, “KIYAMET” ile karşı karşıya kalmışlar.

             Dedelerimizin 1.Dünya Savaşı’nda, Balkanlar ve Kafkaslar’dan, hatta yurt içinde, bir bölgeden başka bir bölgeye veya  şehire hicretini, onların yaşadıklarını, bugün bu kardeşlerimiz yaşıyor.

            Yüzyıllardır yaşadıkları toprakları, evlerini, mülklerini, mezarlarını ve mevtalarını, bütün bir geçmişlerini, onları hayata bağlayan her şeylerini bırakıp, ümmetin bir başka ülkesine, bizim kapımıza geldiler. Garip ve gureba oldular. Her türlü acıyı yaşadılar, yaşıyorlar.

            Bu insanlar, düşmanla savaştan kaçmadılar. Kardeş kavgasından, iç harpten, birbirini öldürmekten kaçtılar.

            Karşılarında hakiki düşman yok. Var ama, onlar silah gönderiyor, savaşı kızıştırıyor ve havadan bombalıyorlar. Karada ise, aynı ırk, aynı millet, Müslüman Müslümanı katlediyor.

            Bu savaş çok “kirli” bir savaş. Cepheler birbirine karışmış. Kim “HAK” kim “BATIL” belli değil. Bu savaş onların iradeleri ile çıkmış bir savaşta değil. Emperyalist ve Siyonistlerin kaşıması ve karıştırması, bölge ülkelerini de kullanması ile dahil de ve hariçte işbirlikçileriyle çıkmış bir savaş. Savaşın en zoru, en kötüsü.

             Onun için “HİCRET” etmekten başka bir yolları yok.

             Onlar da onu yapmış. Başta Lübnan ve Türkiye olmak üzere, komşularına sığınmışlar.

             Kabul eden her yere gitmek zorunda kalmışlar. Bir çoğu da yollar da  ölmüş, denizlerde boğulmuşlar.

                 Biz de büyük bir “imtihan” ile karşı kaşıyayız.

                 “İlahi Kamera” çekiyor ve ne yaptığımız kaydediliyor.

                 İnşaallah bu imtihanı kazananlardan oluruz.

                Bu vekilimizin tavrı da bize, diğer vekillerimize, şehrimizin tüm yöneticilerine ve  hepimize örnek olsun. Başkalarının, milletin verdiği, kamu imkanları ile verdiklerimiz elbette mühim. Belli ölçüde veriliyor da. Ama en önemlisi, bizim ne verdiğimiz, cebimizden infak ettiğimiz.

                Ensar her şeyini paylaşmıştı. Ya biz!?