7 Haziran seçim sonuçları her açıdan büyük hayırlara vesile oldu…

Bir kere artık bu memleketin koalisyon hükümetleriyle yönetilemeyeceği gerçeği çok iyi bir şekilde idrak edildi…

Vatandaşın oyunun çantada keklik olmadığı da acı bir tecrübeyle ortaya çıkmış oldu…

“Yapamayız, mümkün değil” denilen şeylerin pek ala mümkün olduğu anlaşıldı…

“Olmaz, yapılamaz” denilen asgari ücret bin 300 TL oldu örneğin ve de kıyamet kopmadı…

Saymakla bitmez hayırlar getirdi 7 Haziran seçimleri…

Pabucun pahalı olduğunu gören iktidar müntesipleri daha da bir aşkla ve şevkle ve dahi ciddiyetle sarılır oldular işlerine…

Üst üste toplantılar yapmaya, projeler geliştirmeye, yatırımları hızlandırmaya başladılar…

En kıymetli şeyin zaman olduğu gerçeğinin farkına vararak işleri hızlandırmak adına etkili ve yetkili insanların kapılarını aşındırır oldular son zamanlarda…

Seçimin üstünden çok az bir vakit geçmesine karşın verilen sözlerin yerine gelmesi adına hararetli çalışmalara koyuldular…

Yollar yapılmaya, aksaklıklar giderilmeye, her şey hal yoluna koyulmaya başladı…

Birbirini yemenin kimseye bir fayda sağlamayacağını anlamış olacaklar ki birlik ve beraberlik duygusunu hâkim kıldılar partide…

Saymakla bitmez hayırlara vesile oldu 7 Haziran seçim sonuçları…

Boşuna dememişler, “Bir musibet bin nasihatten evladır” diye…

DOYUMSUZ ADAM HÜSEYİN CUMALI

Muhabirliğe ilk başladığım 2004 yılında haber müdürüm Hüseyin Cumalı idi…

10 tane haber yapıp gelirdim, “Başka yok mu” derdi…

Sakladığım bir iki haberi daha söylerdim, “Başka başka” diye çıkışırdı…

Haber hususunda doyumsuz bir insandı…

Asla tatmin olmaz, hep daha fazlasını isterdi…

Hey gidi Hüseyin abi hey…

En başta 2004 senesinde bana gazetesinin kapılarını açan Zeki Aydıntepe’nin, daha sonra bana nasıl haber yapılacağını öğreten Hüseyin Cumalı’nın, bana sayfa çizmeyi öğreten Arda Aydıntepe’nin, ilk muhabirlik deneyimimde desteklerini esirgemeyen kıymetli arkadaşlarım Mustafa Kaya ve Tarık Bulut’un ve de bir dönem birlikte çalışıp tecrübelerini aktaran ve bana farklı bir gözle bakmayı öğreten Sezai Matur’un Çalışan Gazeteciler Günü’nü kutluyorum…

Üzerinde emeği olan insanları unutmayacaksın…

Zira vefasını kaybeden her şeyini kaybeder…

ESKİ DEFTERLER

Sürekli bir şeyler yazıp çiziyorum…

Lakin yazdıklarımın bir işe yaradığını ve de sadra şifa niteliğinde yazılar olduğunu düşünmüyorum…

Hele ki yetkilileri falan harekete geçirdiğini hiç mi hiç zannetmiyorum…

“Aaaa Engin şöyle bir yazı yazmış… Hemen bütün birimleri alarma geçirin” falan demiyor kimse…

“Oğlum Reşit… Sen söyle sen işit” kabilinden yer işgal ediyorum sadece…

O yüzden arada mecazen değil de harbiden hikâye anlatmak geliyor içimden…

Kendi yazdığım hikâyeleri paylaşmak istiyorum…

Siyasetten falan bunaldık artık…

Biraz kültüre, sanata, edebiyata ağırlık verelim…

Eskiden çok öykü ve şiir yazardım, son yıllarda vakit bulamıyorum…

Olanla yetineceksiniz artık ne yapalım…

Yıllar önce kaleme aldığım, “Eski defterler” başlıklı hikâyemi arz ederim efendim…

Yokuşu tırmandığında soluk soluğaydı Mahir...
Ağustos sıcağının da etkisiyle tere batmıştı…
Güçlükle nefes alıyordu…
Kırkında bile değildi oysaki...
Belki de sigarayı bırakmanın vakti gelmişti artık...
Her şeyi bir başka güzeldi de yokuşları yamandı İstanbul’un...
Hele böylesi sıcak havalarda daha zorlaşıyordu tırmanması…
İnip çıkan göğsünü tutarak dayandı bir duvar dibine…
Her zamanki gibi küfürler savurdu: 
“Bırakacağım şu meredi artık!” diye söylendi kendi kendine...
Bulunduğu köşeden seçebiliyordu tarif edilen evi...
Balkonundan çiçekler sarkan, ahşap, iki katlı, hayli eski bir yapıydı…
Demek burada kalıyordu Selma...
Yokuşun zorlaması değil de Selma’yı görecek olmanın heyecanıydı belki de kalbini küt küt attıran...
Cebindeki paketten bir sigara çıkarıp yaktı…
Birazdan kapıyı çalacak ve 15 yılın hesabını soracaktı...
Eski defterler, yeniden açılacaktı...

***

Selma kapı önünde Mahir’i görünce tedirgin oldu ilkten...
Sonra kendini toparlayıp yüzüne gülümsemekle yetindi...
Gözleri dolu doluydu Mahir’in... 
Şöyle bir içini çekip aldı yavaştan:
“Eskişehir tren garında beni öylece bırakıp gitmiştin...”
O gün çektiği acıyı tekrar duyuyordu içinde bunu söylerken...
“Evet” diye yanıtladı Selma...
“Nedenini sormayacağım sana. Canın sağ olsun...”
“Peki” dedi Selma ve kapattı kapıyı...
Döndü yürüdü Mahir yokuş aşağı…
Cebinden çıkardığı sigara paketini fırlatıp attı...
Paket önü sıra yuvarlandıktan sonra bir duvar dibinde kendine yer buldu...
Yokuşu inmesi, çıkmasından daha kolay oluyordu…

ÜSTÜN’ÜN HAYATA DÖNDÜREN TELEFONU

Gazetedeyim…

Yorulmuşum, bunalmışım…

Dönem dönem ruhumu kaplayan melankoli hali feci şekilde sarıp sarmalamış beni…

Hastayım da aynı zamanda…

Tansiyonum 8’e 4’e kadar düşmüş…

“Pılımı pırtımı toplayıp ve her şeyi geride bırakıp dağlara doğru yol alayım” havasındayım…

Ruh halimi yansıtır nitelikte tweet’ler attım…

“Son günlerde iyi değilim… Tansiyonum çok düşük, keyfim çok kaçık… Kendimi halsiz, emelsiz ve takatsiz hissediyorum” diye yazdım…

Aradan birkaç dakika geçti geçmedi telefonum çalmaya başladı…

Baktım AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ayhan Sefer Üstün arıyor…

Tweet’lerimi okumuş, halimi hatırımı sordu…

“Konuşup dertleşelim biraz” dedi…

Kendimi çaresiz ve kötü hissettiğim anda arayıp ağabeylik yaptı bana…

Teskin etti, teselli etti…

İçimi ferahlattı, selamet sahiline çıkarttı beni…

Facebook’taki binlerce, Twitter’daki yüzlerce takipçim arasından hissiyatıma bigâne kalmayan yegâne insan oldu Milletvekili Üstün…

Siyasetçi dediğin insan ruhundan anlayacak…

Arada siyaset yapmaktan başka dertleri de olacak insanın…

Ne diyeyim, Allah razı olsun…