- Bak oğlum!

- Biz şu an haziran ayındayız, yaz mevsiminde İsfahan 'a kar yağmaz.

- Kar, çok soğuk havalarda olur. ''

Ferkan, babasının bu cevabı karşısında hayal kırıklığına uğramış olsa bile, pes etmeyi düşünmüyor, çocuk aklıyla bir çare üretmeye çalışıyordu.

Ne de olsa, o bir İran erkeğiydi.

Ve İran erkekleri, çok inatçı olurdu...

'' - Peki babacığım, hani dedemlerin köyü Abyaneh' e, geçen yaz hiç yağmur yağmamıştı da, köydeki koca koca amcalar yağmur duasına çıkmışlardı ya, biz de kar duasına çıksak, olmaz mı? ''

Behruz, oğlunun buram buram zeka kokan bu sorusu karşısında, istemsizce tebessüm ederek, ciğerlerine derin bir nefes çekti:

'' - Elbette olur, neden olmasın?

- Ama bir şartla.''

Bunu duyan Ferkan, hemen söze atıldı.

" - Neymiş o şart baba? ''

'' - Bak, oğlum

- Bizim ülkemizde, yağmur duasını büyükler, kar duasını minikler yapar.

- O yüzden, şimdi iyice dinlen, kendini daha fazla yorma.

- Hastaneden çıktığımız zaman, mahalledeki arkadaşlarını toplar, onlarla birlikte kar duası yaparsınız.

- Sizin gibi günahsız dillerden dökülen duayı, Allah kabul eder, sen hiç merak etme. ''

Ferkan, çok mutlu olmuştu.

İyileşecek, hastaneden çıkacak ve tekrar arkadaşları ile bir araya gelecekti.

Hayali bile, kaderine ölüm dokunmuş bu çocuğu mutlu etmeye yetmişti.

Ferkan, babasına sıkı sıkı sarılıp, onun kulağına bir şeyler fısıldadı.

Behruz, oğlunun ne dediğini tam olarak anlamasa da, hicran dolu bir beste duymuş gibi, göz yaşlarına boğulmuş; dipsiz bir mateme yelken açmıştı bile...

**

Doktor Hüseyin Macid' in Zayende Nehri' ne bakan odasında yapılan o hazin görüşmenin üzerinden, tam bir ay geçmiş; Ferkan' ın sağlığı daha da kötüye gitmişti.

Beyin sapını tahrip eden tümör, Ferkan' ın epileptik nöbetler geçirmesine neden oluyor; bu durum küçük çocukta acı verici kasılmalara yol açıyordu.

Ferkan, anne ve babasının ellerinden, yavaş yavaş kayıp gidiyordu.

Ayrılığın nefesi, Ferkan' ın kaderine sinmiş, hasta çocuğun sayılı günleri kalmıştı.

Ecel, tecelli edeceği, vuslat vaktini bekliyordu, artık...

Her an terk-i diyar edebilirdi, acı dolu bu dünyadan...

Zavallı yavrunun ızdırabı, giderek daha da artmıştı.

En etkili ağrı kesici ilaçlar bile fayda etmiyor, Ferkan' ın acısını dindirmiyordu.

Ferkan, bazen saatlerce bilincini kaybedip; bir şeyler sayıklıyordu.

Annesi Negar ise, bir taraftan kendisini esir alan korkuları ile yüzleşiyor, diğer taraftan oğlunun akıbetine gözyaşı döküyordu.

Bedbaht kadın, hasta oğlunun susuzluktan kurumuş, küçük dudaklarını ıslak pamuk ile sık sık serinletiyordu.

Genç annenin her hücresi, yorgunluğa teslim olmuş, bitap bir haldeydi.

Gözünden adeta uyku akıyordu.

Kırık olduğu için arkasına yaslanamadığı refakatçi koltuğunda, bir ara kendinden geçip, uykuya dalmıştı ki; Ferkan' ın hırıltılı sesi ile aniden irkilerek uyandı.

Kısa bir şaşkınlıktan sonra, oğlunun bir şeyler sayıkladığını fark etti.

Evet, yanlış duymamıştı, ses Ferkan' dan geliyordu.

Beyaz yatakta, bir eğreti gibi duran oğlunun, sonbahar sarısına bürünmüş yüzüne doğru eğilerek, onun ne dediğini anlamaya çalıştı.

Ferkan' ın kurumuş dili ağzında zor dönüyor, dedikleri tam olarak anlaşılamıyordu.

Buna rağmen, Negar evladının ne demek istediğini, bir anne içgüdüsü ile anlamış, o an hıçkırıklara boğulmuştu.

**

Yüreği acı ile yıkanmış çaresiz kadın, oğlunun son anlarını yaşadığını hissetmiş ve eşi Behruz' u, hastane telefonundan arayarak; ona haber vermişti.

Negar' ın dudakları titriyor, gözlerinden akan yaş telefonun ahizesini ıslatıyordu.

" - Behruz, sana yalvarıyorum, lütfen o makineyi buraya getir?

- Ferkan, karlar ülkesini sayıklıyor.

- Lütfen Behruz, Allah aşkına.

- Ne yap yap, makineyi hastaneye getir.

- Çocuk, karlar ülkesi deyip duruyor.

- Lütfen, hadi!

- Çabuk ol... ''

Bir anne için evladının son arzusu, ilahi bir vahiy gibi kutsaldı ve hemencecik yerine getirilmeliydi.

Negar, oğluna kar getirecek o makine için, canını vermeye bile hazırdı.

Lakin, eşi Behruz' un yolunu gözlemekten başka, yapabileceği bir şey yoktu...

**

Behruz, ne yapacağını bilemez bir halde, olduğu yere yığılmıştı.

Eşinin istediği o makineyi, hastaneye nasıl götürecekti?

Kamuya ait malzemelerin, çalışanların hususi işlerinde kullanılması yasaktı.

İran yasaları, bu konuda son derece katıydı.

İran Haber Ajansı yetkilileri, kar efekti yapan bu suni kar makinesini, yurt dışından özel izinle sipariş etmişlerdi.

Makine, ajansın eline yılbaşında geçmişti.

Ajansın müdürü, yeni gelen kar makinesini, bizzat kendi adına zimmet ettirerek, işin ciddiyetini alenen ortaya koymuştu.

Behruz, tüm bunların farkındaydı.

Şaşırmış bir halde, ne yapacağını düşünüyordu.

Ajansın hazırladığı bazı televizyon programlarında, kar efekti yapabilmek için alınan suni kar makinesinden, eşi Negar' a bahsettiği için kendisine çok kızıp; sesli sesli söylenmeye başladı.

'' - Ah! Aptal kafam...

- Ne yapacağım ben şimdi.

- Efekt için gelen kar makinesini, izin almadan, ajanstan dışarıya çıkaramam ki.

- Ya Rab! Ne olur yardım et, bir çıkış yolu göster bana, niyazım sana... ''

Behruz' u telaşlı bir halde gören Cemali, arkadaşının yanına çoktan varmış; ne olduğunu anlamaya çalışıyor; ona sorular sorup duruyordu.

Behruz, tüm olup biteni can dostuna bir çırpıda anlattı.

Cemali, kısa bir süre durakladıktan sonra, çaresiz gözlerle kendisine bakan ekip arkadaşına dönüp:

'' - Tamam! O iş kolay.

- Sen aşağıya in, ajansın kamyonetini hazırla, ben hemen geliyorum.

- Hadi Behruz! Acele et, dostum.

- Vakit kaybetme.''

Dedikten hemen sonra, bir anda gözden kaybolmuştu bile.

Behruz ise kendisini kuşatan şaşkınlık sarhoşluğunu üzerinden atıp; otoparkın yoluna koyulmuştu.

Cemali' nin tuttuğunu koparan bir karaktere sahip olduğunu biliyor; ona güveniyordu.

**

Cemali, ajansın deposunda duran yapay kar makinesini gizlice almış, kamyonetin arkasına yüklemişti.

Yaptıkları suçtu, amirlerine bilgi vermemişlerdi.

Eğer, yakalanırlarsa, işyerinden kovulabilirlerdi.

Ama olsun, yaşanabilecek tüm bu olumsuz senaryoların, Cemali için hiç bir önemi yoktu.

Son nefesini vermek üzere olan, beş yaşındaki küçük bir çocuğun mutluluğu için her şey feda edilebilirdi.

O da zaten öyle yapacak; tüm gemileri Ferkan' ın ateşi ile yakıp, kül edecekti.

Bu saatten sonra, artık geri dönemezlerdi...

**

Her iki adam da, nefes nefese kalmıştı.

Hastanenin, asansörü bozuk olduğu için, merdivenleri kullanmışlardı.

Oldukça ağır olan kar makinesini, Ferkan' ın yattığı odanın, hemen bir kat üstünde bulunan çamaşırhaneye, meraklı bakışlar altında, zar zor taşımışlardı.

Cemali, bir taraftan alnında biriken teri siliyor, diğer taraftan Behruz' a talimatlar veriyordu.

'' - Bak, Behruz.

- Hemen aşağıya in, Ferkan' ın yatağını, camın kenarına iyice yaklaştır.

- Ferkan, kendisine geldiğinde, pencereyi aç ve bana seslen.

- Sen, tamam dediğinde ben makineyi çalıştıracağım.

- Hadi dostum, şimdi oğlunun odasına git ve dediklerimi hemen yap.

Behruz, vakit kaybetmeden hemen hasta oğlunun bir alt kattaki odasına indi.

Ferkan, yarı baygın bir halde, yatıyor; annesi ise oğlunun yanı başında, Kuran-ı Kerim okuyordu.

Behruz, hemen oğlunun, küçük ellerini sıkıca tuttu.

O an, Ferkan' ın teninde gezen ateş, Behruz' un yüreğine, sanki koca bir kor fırlatmıştı.

'' - Oğlum, Ferkan beni duyuyor musun?'' diyerek küçük çocuğa seslendi.

Çocuk, bir tepki vermiyordu.

Onu uyandırabilmek için, yatağın baş tarafını eli ile yükseltti.

Ölüm kıyamına durmuş Ferkan' ın günahsız yüzünü, kolonya ile güzelce bir sildi.

Küçük çocuk, biraz da olsa kendisine gelmiş, gözlerini açabilmişti.

Behruz' un kaybedecek zamanı yoktu, çünkü oğlunun kara gözlerinde ecelin ayak izini görmüş; küçük çocuğun dönüşü olmayan bir ayrılık sanrısına tutulduğunu fark edebilmişti.

Ferkan' nın yatağını, eşi Negar ' ın yardımı ile pencerenin kenarına taşıdılar.

Behruz' un elleri titriyor, eşi ise ona yardımcı olmaya çalışıyordu.

Behruz, Ferkan' ın kulağına doğru eğilerek; ona bir daha seslendi:

'' - Ferkan! Beni duyuyor musun oğlum?

- Sana bir söz vermiştim, seni karlar ülkesine götürecektim.

- Hatırladın mı yavrum?

- Karlar ülkesine gidemesek de, bak sana ne getirdim.''

Behruz pencereyi hemen açıp, bir üst katta bekleyen arkadaşı Cemali' ye '' Tamam, hadi! '' diyerek, avazı çıktığı kadar bağırdı.

Bu cesur Bahtiyari genç, arkadaşı Behruz' un sesini duyar duymaz, yapay kar makinesinin başlama düğmesine basarak; küçük çocuğu karlar ülkesi hayaline kavuşturmanın bahtiyarlığını yaşıyordu.

**

Efekt makinesi, on beş dakika boyunca, bir alt katta yatmakta olan Ferkan' ın penceresine, yapay kar taneleri püskürtüp durdu.

Ferkan, baygın bakışlarla, bu muazzam kar resitalini izliyor; olup biteni anlamaya çalışıyordu.

Duaları kabul olmuş; kar yağışı başlamıştı artık.

Babası çok haklıydı, kar duasını çocuklar yapardı ve günahsız dillerin yaptığı dua, Allah katında her zaman kabul olurdu.

Ferkan, kalan son kuvvetiyle babasının elini yavaşca sıktı.

Behruz oğlunun kendisine bir şeyler söylemek istediğini anlamış, hemen ona doğru eğilmişti.

Ferkan, kısık bir sesle, bir şeyler demeye çalışıyordu.

Behruz, oğlunu sakinleştirerek, onun konuşmasına yardımcı olmaya çalıştı.

Ferkan 'ın yorgun ses telleri, o büyük vedanın akordunu yapıyordu sanki.

Küçüğün, dudaklarından zar zor bir iki kelime dökülebilmişti:

'' - Kar yağıyor, bak baba...

- Kar yağınca çocuklar ölmezmiş.

- Ben de artık ölmeyeceğim, değil mi baba? ''

Behruz, kahrolmuş bir halde, oğlunun kafasına bir öpücük kondurdu.

Eşi de, kendisi de göz yaşlarına boğulmuştu.

'' - Evet, oğlum sen ölmeyeceksin, yaşayacaksın '' diyerek, evladına sıkı sıkı sarıldı.

İmkanı olsa ömrünün geri kalan yıllarını, oğluna hiç düşünmeden verebilirdi.

**

On beş dakika sonra yapay kar makinesinin haznesi boşalmış, kar yağışı durmuştu.

Fakat duran sadece kar makinesi değildi, aynı anda alt katta minik bir kalp de duruvermişti.

Ferkan, artık söylenenlere hiçbir tepki vermiyordu.

Küçük bedeni kaskatı kesilmiş, dudakları mora çalmaya başlamıştı.

Behruz, telaşla hemen doktorlara haber verse de , her şey için artık çok geçti.

Melek' ül Mevt, kar yağışının bitmesini beklemiş, öyle almıştı bu körpenin emanetini...

Ne de olsa, kar yağarken çocuklar ölmezdi, bunu herkes bilirdi.

Ferkan' ın ruhu gökyüzüne, karlar ülkesine uçuvermiş, hakiki ölümsüzlüğe kavuşmuştu.

Küçük çocuğun kaderinin yazılı olduğu takvimin son yaprağı, bir yaz günü, kar taneleri eşliğinde kara toprağa düşmüş; Ferkan' ın masalı, burada sona ermişti...