Doğan Cüceloğlu, ülkemizin iz bırakmış önemli değerlerinden birisidir. Kendisi Mersin’in Silifke ilçesinde 11 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelir. Liseye kadar Silifke’de okuyan Cüceloğlu, bu Anadolu kasabasında yokluk içinde de olsa güzel bir çocukluk yaşar. İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olur. Burslu olarak gittiği ABD Illinois Üniversitesinde doktorasını tamamlar.1980-1996 yılları arasında Kaliforniya Eyalet Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak görev alır. 1996’da Türkiye’ye döner ve üniversite öğrencilerine, öğretmenlere, ana-babalara ve iş çevrelerine yönelik seminerler, konferanslar verir, atölye çalışmaları ile televizyon programları yapar. Türk insanının duygu, düşünce ve davranışlarını bilimsel psikoloji kavramları ile incelediği ve her konumdaki insanımıza hitap eden kitapları oldukça ilgi görür. “İçimizdeki Çocuk, Savaşçı, Öğretmenim bir bakar mısın, İyi düşün doğru karar ver, Damdan düşen psikolog, Geliştiren anne baba…” bunlardan sadece bir kaçıdır.

ABD’de öğretim görevlisi olarak çalıştığı zamanlarda başından geçen ilginç bir anısını bir seminerinde kendisinden dinlemiştim: O üniversitede görevli hocaların, kendisine ayrılan öğrencilere rehberlik yapmak görevleri arasındadır ve yabancı bir öğretim görevlisi arkadaşı, rehberlik yaptığı öğrencilerden evli bir çiftin yaşadığı sorunu anlayamadığı için kendisine danışmıştır. Çünkü bu evli çift, yüksek lisans yapmak için Türkiye’den gelmiştir. Cüceloğlu, bu evli öğrenci çiftle görüşür ve olay anlaşılır. Bu çiftin Türkiye’deki anneleri yani kayınvalideler arasında bir sürtüşme yaşanmaktadır ve çocuklarını telefonla arayarak birbirlerini onlara şikayet etmektedirler. Bu durum, evli çiftin de arasını açmıştır. Cüceloğlu, bu durumu, yabancı hocaya anlatmayı başarır fakat yabancı hoca, o kadar uzaktaki kayınvalidelerin buradaki gençleri huzursuz etmesini ve bu kadar olumsuz tesir etmesini anlamakta zorluk çeker.

Bir başka derste bize, ölümün kaçınılmazlığı fakat zamanının belirsizliği konusundan söz açmış ve bizden gözlerimizi kapatıp arkamıza yaslanmamızı ve eğitime gelmek amacı ile yola çıkarken evinizde vedalaştığınız kişilerden birinin bu gün gerçekten öleceğini düşünmemizi istemişti. Çoğumuzu ürküten ve düşündüren bir seans olmuştu bu. Şöyle devam etmişti:

“Şimdi sizden düşünmenizi rica ediyorum…

- Ayrılmadan önceki akşamınızı nasıl geçirirdiniz?

- Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz?

- Aynı konular, tartışmaya ya da gerginliğe neden olur muydu?

- O sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz?

- Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz?

- Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız?

- Ona yüreğinizin taa derininden gelen bir ‘Seni gerçekten çok seviyorum…’ demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz?

- Onun ölecek olması, sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?...

Etkili İletişim çalışan-çalışan, çalışan-yönetici ilişkilerini çok olumlu etkilemekte ve güven tesis edilmesine büyük bir katkı sağlamaktadır. Bu konu ailede ve okulda, öğretmen-öğrenci, ebeveyn-çocuk ilişkilerinde, yetişkinlerin aralarındaki iletişimde çok büyük önem arz etmektedir. Cüceloğlu bu konuda şunları söylüyor:

“Sağlıklı insan, konuştuğu ortamın, kiminle konuştuğunun farkındadır. Karşıdaki insanın duygularına saygılıdır. Bilerek onları kırmak istemez. Yani sağlıklı insan ‘patavatsız’, ‘paldır küldür’ olamaz. Doğal olarak kendi düşünce ve duygularını söylerken ortamı, oradaki insanları bilerek konuşur. Susmasını da bilir. Söz vermenin ise önemlisi, önemsizi yoktur. Haklı nedenler olmadan tutulamayan her söz, sizin kendi gözünüzde kim olduğunuzu derinden yaralar.”

2021 Şubat ayında vefat eden Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu, büyükannesinin ona çocukluğunda, “canı olan hiçbir şeyi incitme yavrum” diyerek yaptığı uyarıyı, kulağına küpe yaptığını söylemişti bir seminerinde.

Ben de onun “bir insanın gelebileceği en büyük mertebe, güvenilir insan olmaktır” sözünü yazmıştım bir kenara. Takdir edersiniz ki, özellikle günümüzde, “Güvenilir İnsan Olmak” ve “Güvenilir İnsan Bulmak” paha biçilemez bir değer haline gelmiş durumda.

Yazımızı yine onun İnsan ilişkileri ve Etkili İletişim konusuna dair şu çarpıcı tespiti ile bitirelim:

“Yanınızdaki kişiye değer verin; kötü sözlerle kırmayın onu. Durup, durup sevdiğinizi söyleyin, özel hissettirin. En ufak bir şeyde ‘bitti ‘demeyin, ağlatmayın, üzmeyin. Neden mi? Çünkü ölümün saati yok. Belki son görüşünüzdür, belki de son sarılmanızdır. Belki de saatler sonra ona değil de, artık toprağına dokunacaksınız, onu değil de toprağını öpeceksiniz. Sevdiklerinizin değerini kaybettikten sonra değil, şu an bilin. Toprak, aldığında geri vermez. Çünkü ölümün saati yok.