İçinizi burkacak, vicdanınızı sızlatacak bir replikle başlayacak hikâyemiz: Otuz yaşlarındaki çatık kaşlı bir Karadeniz kadını, beş yaşındaki oğlunun koluna bir sepet tutuşturuyor, eline de yedi buçuk lira. Ve ekliyor: ‘Simitleri satmadan eve gelme sakın!’

Recep Tayyip Erdoğan da çocukken ‘simit sattığı’ için cumhurbaşkanı olmuştu, Abdullah Gül ise çocukluğunda ‘simit satamadığı’ için. Kimilerine zulüm olan ,’çocukken simit satmak’ bazılarına ödül/armağan olabiliyor

Bizim Babos Oktay’ın yarım asırlık ‘ticaret’ öyküsü o gün başlıyor işte. Böreğini öğleye kadar bitirip eve dönmekte olan babasının ‘bacak kadar çocuk, bu işi beceremez’ düşüncesiyle onu yarı yoldan çevirme teklifine rağmen o ‘hayır, satacağım ben bu bir sepet simidi’ diyor. Devam ediyor. Ve satıp dönüyor.

O gün bugün de ‘satış’ yani ‘ticaret’ onun işi, mesleği, yok tam manasıyla söyleyelim ‘sanatı’ oluyor. Zenaatı değil efendim sanatı; bu ayrım bilerek kullanılmıştır tarafımdan.

O annesinin eseri aslında. ‘Tam bir Osmanlı kadınıydı’ diyor annesi için Babos Oktay. Ama işin daha da özüne inelim: Babos Oktay aslında anneannesinin eseri. Tenzile Hanım’ın. O Tenzile Hanım ki daha on üçündeyken on beş yaşında gözüne kestirdiği delikanlıyı kaçırıp kendisine koca yapmış yiğit bir kadın. Bileği ve yüreği kadar aklı analizleri dünyayı okuması da birinci sınıf bir Anadolu kadını.

Aslında Trabzon Of Hanlut Köyü’nden başlıyor onların hikâyesi. Sonra Hendek Aksu Köyü, Adapazarı Yenigün Mahallesi, en sonra da Çark Caddesi.

Bu bir başarı öyküsü, bir kahramanlık öyküsü de. Elli üç yılda, bir sepet simitten binlerce on binlerce kişiyi ‘güzel giydirme/güzelliği yaşatma’ öyküsü.

Diğer yandan ‘Anadolu’ insanının son yarım asırda adım adım ‘merkeze yürüyüş’ öyküsü onun hayatı.

‘Biz de varız’, ‘biz bu ülke toprakların çocuğuyuz’, ‘biz bu ülkenin aslıyız, kendisiyiz’ yürüyüşü yaşayışı ifadesidir bir bakıma onun hayatı da.

Hızlı adamdır, çabuk adamdır,  atik adamdır o. İlkokula da daha beş yaşında başlamayı ‘ağlaya ağlaya’ başaracaktır bizim 253 Oktay. ‘Küçük Adam’ lakabı lise sondayken boyu 1.70’e ulaşana dek de yapışacaktır üzerine.

Sonra Adapazarı İmam-Hatiplilik yılları. Dile kolay yedi sene. Sınıfın yarıdan fazlası hafızdır. Dolayısıyla kendisinden dört beş yaş büyüklerle okuyacak, ‘kendinden büyüklerle büyüyecek’tir bizim Oktay.

Ve on iki yıllık öğrenciliği sırasında her Cumartesi Pazar, her bayram seyran, elinde simit tablasıyla o cadde bu bulvar; o sokak senin bu sokak benim, simit satacaktır. Kader adeta ona ‘caddeye gelmek için sokaktan mezun olman şart’ demektedir.

Temiz adamdır Oktay Azem Özkurt. Dünyanın hayatın insanın kirlerini arındırmak için gelmiştir yeryüzüne. Dayı ve baba mesleği ‘çamaşır suyu’ işini öğrenecek, hacca giden babasını yerine, o gelene dek at arabasıyla Adapazarı sokaklarında çamaşır suyu satacaktır. 

Sonra da bir iç çamaşırcıda tezgâhtarlık.

Anlıyoruz ki askere gidene dek bizim Babos Oktay, on beş yıllık bir ‘sıkı eğitim’den geçmiştir; lisans eğitimini ‘sokak’tan almış, yüksek lisansını da ‘insan ve satış’ üzerine yapmıştır.

Boyunun aksine her zaman ‘büyük düşünmüş’ adamdır o; askerlik sonrası babasına ‘at arabasıyla olmuyor bu iş. Baba, ya gel çamaşır suyu fabrikası kuralım. Ya müsaade et ben kendi işimi kurayım’ diyecektir. Babası da müsaade edecek, artık o tek başına kanat çırpacaktır ticaret göğünün bulutları arasında. Bulutlar bakalım ‘nereye’ rahmet olup yağacak, bereket getirecektir.

Bobos adlı Hollanda markasından mülhem, onu Osmanlıcalaştırarak Babos markasını kuracak ve kendi işyerini açacaktır yirmi metrekarede seksen üçte Altınhan’da. Altı yıl sonra Çark Caddesi’ne ‘çıkacak’, önce kırk sonra seksen sonra yüz yirmi metre kareye büyüyecektir Babos, geçen on dört senede. Rabbim ‘bereket bulutlarını’ bizim Oktay’ın üzerine yağdırmaya devam edecek; 2003’ten beri ise yine Çark Caddesinde, bu kez sağ cenahtaki 30 numarada, 900 metrekare alanda şehrin en prestijli giyim mağazasına dönüşecektir Babos.

Oktay Azem Özkurt’un yüzde 98’nin kendi tasarlayıp ürettiği giysileri Adapazarı’nı sarıp sarmalayacaktır o gün bugün.

Bir şehri sarıp sarmalayan adamdır o.

Bir şehri giydiren.

Yeni adam, yenilikçi, adam, yenilikten yana adam o.

Her gün bir yenilik peşindedir. Sanıldığının aksine, yaşı altmışa dayansa da o ‘büyümemiştir’ hiç. İyi ki de öyledir.

Almak kadar vermeyi, satmak kadar dağıtmayı da sever Babos Oktay.

Yerli adamdır, millî adamdır, dinî adamdır o.

Şükür adamıdır.

Çark Caddesi’nin o yoz yabancıl havasını alan, façasını indiren, Çark Caddesi’ni ‘kendisine döndüren’ adamdır da. Dünya üzerinde bazı mahfillerden sürekli pompalanan ‘İslam terördür’ anlayışını yerle bir etmek için 2001’de kutlu doğum etkinlikleri ihdas etmiştir. Aşureden pilava, hadis-i şerif kitapçıklarına.  Özü sözü düzgün cadde esnafı da buna dört elle sarılmış, sürdürmektedir senelerce.

Mert adamdır, sert adamdır, dik adamdır Babos Oktay. Eğilmez bükülmez, sözü lafı da eğmez bükmez. Dosdoğru, ip gibi, kılıç gibi söyler geçer. Sözü de yaşayışı da birdir.

Çok kazanıp çok keyif süren ehlikeyf biri değildir.

Aksine dertli adamdır; şehrinin ülkesinin dünyanın dertleriyle yakından ilgilidir.

Bu yüzden mustarip adamdır.

Nerede bir Müslümanın ayağına diken batsa ilk ses verenlerdendir.

Mümin, müslüman, muvahhid adamdır.

Okuyan adamdır, düşünen adamdır, aksiyoner adamdır.

Kreatif bir adamdır; kreatif bir zekâya, kreatif bir hassasiyete, kreatif bir yaşayışa sahiptir.

‘Güzelleştirin’ evrensel öğüdünü en doğru anlayanlardandır, tanıdıklarım arasında.

Bizi güzelleştirmeye çalıştı bir ömür. Çalışmaya da devam ediyor.

Babos Oktay, namı diğer Oktay Azem Özkurt;

Bir güzelleştirmek için ömrünü vakfeden adam.

Bizi, yani dünyayı…