Bizim kuşak iyi hatırlar. Televizyonda kıvırcık saçlı, bonus kafalı, orta yaşlı bir ressam (Bob Ross) eline tuvali alır bizimle konuşa konuşa resim yapardı hani: Şuraya bir dağ konduralım, şuraya bir deniz yapalım. Şuraya bulutlar… Evimizin ressam amcasıydı adeta. Resmin insanüstü değil yapılabilir bir şey olduğunu ilk o ortaya koymuştu. Hatırladınız değil mi?

Evet, şimdi siz de bir tuval (yahut bir resim kâğıdı) alın elinize. Dağlar yamaçlar dereler çizin. Sonra en ortaya kocaman en kocaman bir dağ yapın. Zirvenin etrafına seyrek evler kondurun. Eee, bu evlere insanlar nasıl çıkacak? O insanlar için kıvrım çevrim karabakal yuvası gibi yollar yapın. Alın size Artvin. Abartmıyorum: Artvin tam da budur. Burasıdır. Böyledir.

Demem o ki, Türkiye’nin bütün dağlarının yamaçlarının derelerinin yaylalarının şelalelerinin yarısı Artvin’dedir; görünce öyle bir zehaba, vehme kapılabilirsiniz. Ben kapıldım, yalanım yok!

Göz alabildiğince yeşil, göz alabildiğince doğa, göz alabildiğince zirve. Aşağıdan bakarsan, gökyüzünde bir şehir Artvin. Yukarıdan bakarsan, gökyüzünden yeryüzüne bakıyorsun, gökyüzüne komşu şehir. Tepeden bakmak hiç kimseye yakışmasa da Artvin’e yakışıyor.

Artvin matematik değil geometrik şehirdir, kelimenin tam manasıyla geometrik.

Artvin bir yeryüzü cenneti, doğal güzellik olarak. Eyvallah. Gözümle gördüm, şahitlik ederim buna. Peki Cennet, hiç Cehennem’siz olur mu? Olmazzz dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız, bence de olmaz. Olmamalı. Cehennem Deresi Kanyonu bütün kavramları yerli yerine oturtuyor Artvin Sözlüğünde.  

Doğu Karadenizliler şakacı insanlar gerçekten. Mizah şahikası işler üretiyorlar. Yıllar önce Trabzon’daydık, gelmişken de TS-BJK maçına gitmiştik oğlumla. Tribünde Lazrail formalı bir kişi görünce çok gülmüştük. Artvinliler geri kalır mı onlardan hiç? Tahtadan bir araba üretmişler, çocukluğumuzda yokuş aşağı sürdüğümüz türden. Adını da Lazbulans takmışlar. Helal olsun onlara. 

Mençuna, Macahel, Kalaco, Silor, Çadi, Pushal, Hasuta… Alo hafıs, bunlar ne? Dediğinizi duyar gibiyim. Çok ama çok haklısınız! Kimi şelale adı, kimi yemek… Bunlar hangi dilden dersiniz? Lazca ve Gürcüce. Zira Artvin, Osmanlı’daki Lazistan eyaletinin içinde kalan bir şehirdir.

Halden anlayanlar iyi bilir ki, Artvin’in sahil ilçeleri Laz ve Gürcülerden, iç kısımlar ise Türkmenlerden meydana gelir. Üç dilli, üç kültürlü, üç gelenekli bir güzel şehrimizdir Artvin. O yüzden, Türkmenlerin Keşkeği, Turşusu, Döneri kadar Kalaço, Silor, Çadi, Pushal, Hasuta gibi Laz ve Gürcü yemekleri de bir o kadar gelenekseldir. Unutmadan; Artvin’in Hamsi köftesi de bir o kadar meşhurdur.

Doğası Cennetten bir köşe olursa bir şehrin, lezzeti de Cennet taamı tadında olmaz mı hiç? Elbette olacaktır. Hopa balık, Ardanuç cağ kebabı, Arhavi Laz böreği, Yusufeli döner cennetidir, diyeyim size.

Sorun bana: Ey Fahri Tuna, sen ne yedin bakalım Artvin’de diye? Meşhur dönerini yedim. Ta seneler önce. O nefis tadı hâlâ damağımda. Kayıtlı. Doyamadım. Unutamadım da. Unutmadan; Artvinliler Cağ kebabına Yatık Döner derler ve çok severler.

Boğa ve arena desem size, aklınıza ilkin neresi gelir? İspanya değil mi? Hele de matadorlar… Yok işte. Kazın ayağı öyle değil, perdeli. Bundan böyle Artvin gelecek aklınıza. Gelmeli yani. Artvin ilkin boğa güreşini çağrıştırmalı aklınızda. Her sene Haziran ayında Yusufeli Boğa Olimpiyatları vardır bir nevi burada. Hemen korkmayın, ürkmeyin öyle. Artvin’deki boğalar ne adam yaralıyorlar, ne de birbirlerini. Güçlü olan rakibini kovalıyor, kaçan da yenilmiş sayılıyor, o kadar. Eğlence yani.

Artvin’in eski adı Livane’dir. Ben iki Artvinli tanırım; Şair Mehmet Livane, ki sevdiğim bir şair, sevdiğim bir dosttur, sonra da Zülfü Livaneli. Bu arada Laz müziğinin efsane ismi merhum Kazım Koyuncu da Artvinlidir. Özellikle Balkan türküleriyle sevilen Şükriye Tutkun da.

Hopa’ya ayrı parantez açalım: Hopa ayrı bir âlem, ayrı bir dünya, ayrı bir şehir gibidir Artvin’den; mesela Komünist ÖDP’nin (Özgürlük ve Dayanışma Partisi) tek belediye başkanlığını kazandığı yerdir Hopa. Mesela Nazım Hikmet ve Kazım Koyuncu’nun heykellerinin olduğu tek yerdir Hopa.

Artvin’in atasözleri de ilginçtir: Artvinli şoför bir defa kaza yapmaz. İkinciye hiç yapmaz. Araştırdım soruşturdum (Mimar Muhammed Dayal Ağabeye sordum), o kadar engebeli ve dik ki arazi, kaza yaptın mı öte dünyaya gidersin zaten, ikinciye kazaya şansın kalmaz demekmiş.

Bir parantez de Çoruh Nehri’ne açmalıyız. Türkiye’nin en hırçın, en yüksek debili, en can alan nehriymiş senelerce. Deli horon vururmuş en çok. Şimdi barajlarla epey terbiye edildi diyor Artvinli dostlar. Hatta ekliyorlar: Eskiden bir araba Çoruh’a düşse, ölülerimizi Sarp Sınır Kapısından toplardık. Ama Terbiyeli Çoruhtan onlar da memnun. Çoruh da, anladığımız kadarıyla.

Bir rakam vereyim de şaşırın: Artvin’in nüfusu ne kadardır dersiniz? 400 bin. Bilemediniz. 300 bin. Değil. 200 bin. O da değil. O zaman 100 bin. Maalesef o da değil, bilemediniz. Tamı tamına 35 bin. Orta ölçekli bir kaza nüfusuna sahip Artvin. İl geneli de 174.000 zaten.

Ama asıl rekor şimdi geliyor: Türkiye’de nüfusa oranla en çok eğitimli şehir Artvin’dir dostlar. Hele de öğretmen olanlar. Sanki okuyanların yarısı öğretmen olmuştur. Belki de üçte ikisi. İyi de öğretmendirler ha.

Benim hayatıma da Artvinli örnek bir öğretmen dokundu. Sene 1966. Köyümüze imece olarak bir ilkokul yapıldı o sene. Bir de öğretmen tayin edildi. Taze bir öğretmen, 18 yaşında daha. Adı Ekrem Aydın. Bir iki ay sonra da eşini getirdi. Nahide Yenge’mizi. Birkaç ayda köyün sevgilisi oldu adeta Ekrem Hoca’mız. Ne kadar iyi öğretmense o kadar da sosyal. Büyükbabam Hatibağa ile birlikte her gün beş vakit camide. Köyümüzün halkı bayılıyor ona. Öğrencileri olarak bizler de. Biz birinci sınıfız. İkiler üçler dörtler beşler; hepimizi aynı derslikte okutuyor. Yol, elektrik, telefon yok o günlerde. Televizyon daha Türkiye’ye girmemiş belki. Bizim Ekrem Öğretmen (babaannemim deyimiyle Ekrem Muallim) bazen kayboluyor, Adapazarı’na gidiyor. O zaman çok uzak Adapazarı, bizim köye. Şimdi 22 kilometre, yakın. (O zaman da aynı mesafedeydi ama düşünün günde bir otobüs gidiyor vilayete, akşama geri dönüyor, o kadar.) Hadiii, köyümüze grayderler dozerler gelip 2 km 65 metrelik yol yapıyorlar. (Sonradan öğreniyoruz, Vali Yardımcısı hemşerisiymiş.) Taşoluk Divanındayız o zaman. Beş köy. En büyüğü bizim Okçular, otuz hane. Ama muhtarlık hep on beş haneli başka köylerde. Ekrem Hoca ona da el koyuyor: Bir akşam yatsı namazı sonrası bütün köy erkeklerini caminin önünde topluyor, Hadi gelin muhtarlığı Okçular’a alalım diyor. Bütün köy halkının cevabı tek kelime: Tamam Aday olmak isteyenler? Üç kişi çıkıyor. Diyor ki Şimdi anket yapacağım, en çok oyu alan adayı desteklemeye söz veriyor musunuz? Bütün ahali Evettt diye bağırıyor. Herkesin kulağına eğilip tek tek soruyor: Oyun kime? Herkes tercihini yapıyor. En çok oyu alan Emin Sarıdemir. Adayımız o diyor. Bir ay sonra beş köy arasında seçim yapılıyor her zamanki gibi. 30 yaşındaki Emin Sarıdemir seçiliyor. Ve tam 28 sene muhtarlık yapıyor Emin Eniştem. Her seçimde yine kazanıyor. Ekrem Aydın böyle bir adam işte. Gittiği köyün hayatını değiştiren adam o. Nereli mi? Artvin Şavşatlı.

Benim hayatıma dokunuşu ise şöyle: Ekrem Öğretmen, ikinci senenin sonunda askere giderken Büyükbabama gelip Raif Amca, bu Fahri okuyacak. Onda istikbal var. Ben gidiyorum ama onu okutacaksınız, tamam mı? diye söz alıyor. Ve her mektubunda da soruyor, senelerce bilgi alıyor. Ve ben, bu söz almadan on dört sene sonra mühendis oluyorum. Baş mimarı da Artvin Şavşatlı Ekrem Aydın. (Hocamın ellerinden minnetle öpüyorum.)

Açık söyleyeyim: Laz’ı Gürcü’sü Türk’ü; tanıdığım onlarca Artvinli, hep iyi insanlar. (Mustafa Kemal Aydın (Arto), Özcan Toplan, Muzaffer İşçioğlu, Muhammed Dayal, Ekrem Aydın, Necmettin Bakkal (Yazar); ilk aklıma gelen isimler.) Düzgün, çalışkan, gayretli insanlar. Hepsinden razıyım. Razıyız.

Artvin tepede, tepelerde, tepelerin en tepesinde bir şehir. Başı göklerde, bulutlarla arkadaş şehir.

Sığınıp Yaradan’a şöyle bir zorlasam kendimi / Bulutlar avuçlarıma dolacak diyor ya şair. (Mehmet Livane.) Tam da bu işte Artvin.

Artvin; gökyüzüne komşu, dost, arkadaş şehir.