Uzak dediğin, önce içinde birikir insanın; sonrası yalnızca yoldur…
                                                                                                                                              Murathan Mungan
Türk edebiyatında gezilip görülen yerlerin edebi bir üslûpla anlatıldığı yazılara seyahatnâme (gezi yazısı) denir. Okuyanda oraları gezme isteği uyandırması, yazının başarılı yazıldığı anlamına gelir. Eğer yazının sonunda Dubai'ye gitmek için bir istek duymadıysanız yazıyı boş verin; kendinize gidecek başka bir yer arayın.
Bundan birkaç hafta önce uçakla yaklaşık 4 saatte gidilen, son 40 yılda hızla kurulmuş ve gelişmiş, turistlerin yerlilerden çok  olması sebebi ile kendinizi  yabancı hissetmediğiniz bir ülke olan Dubai'ye gittim. Annem, kız kardeşim ve dostlardan oluşan tur kafilesi ile Dubai'ye indiğimizde sabah saat beş gibiydi. İklim değişmişti. Tebdil-i mekan ve tebdil-i kıyafet gezmeye başladık.
8 milyonluk bir ülkenin asıl sahibi olan Arapların nüfusu, sadece 2 milyon civarında. Bunu artırmak için devletin harika bir taktiği var. Bir Arap erkeği, o kozmopolitlik içerisinde yolunu şaşırıp bir başkası ile evlenmesin, bir Arap kızla evlensin diye gelinin çeyiz parasını devlet veriyor. Darısı Türk kızlarının başına diyorum. Yanlış hatırlamıyorsam 80 bin dirhem yani bizim paramızla yaklaşık  40 bin TL. Cazibeyi artırmak için villa veriyorlar ve de düğünü devlet yapıyor. Bu değirmenin suyu 1968'de buldukları petrolden geliyor.   Petrolden önce her şey bambaşkaymış. Kurutulmuş balık satarak geçiniyorlarmış. Mütevazi bir hayat yaşıyorlarmış.  Tam bu sırada zihnimde Ajda Pekkan'ın ağzından "Amaaan peeetrol, canııım petrol artık sana sana muhtacım petrol" şarkısı çalıyor. Petrole methiyeler yazılmasının sırrını daha iyi anlıyorum. Zira Dubai'de petrol, hayatı değiştirmiş.  Araplar çalışmıyor. Buna rağmen sırf orada kalmalarını sağlamak için devlet, haftalık  12 bin dirheme yakın  yani 6 bin TL'ye yakın para veriyor. Çalışan Araplar bunun 5 katı alıyormuş. Zenginin parası da züğürdün çenesini yoruyor işte.
Caddelerde harika arabalar var. Hatta bazen yanınızdan limuzinler geçiyor. Arabaların üzerinde çizik bile yok. Çünkü yasak. Bu şekilde trafiğe çıkamıyorlarmış. İster istemez memleketimle kıyaslıyorum. Sonra hemen vazgeçiyorum. Şehrin metrosu, 2009'da yapılmış. Dubai şeyhi tarafından 9. ayın 9. gününde ve saat tam 9'da açılmış. Çok akıllıca. Bizdeki metro ne zaman yapıldı, bilmiyorum. Ama Dubai'dekini hiç unutmam. Metroda sakız çiğnemek yasak.Temizlik kaygıları var. Oraya gitmeden önce böyle temiz bir yer beklemediğimi itiraf etmeliyim.
Abudabi emirliğine bağlı, Dubai. Katar'dan sonra dünyanın en zenginlerinin yaşadığı  yer. Al Zayet Camii hayatımızda gördüğümüz en harika camii. Bembeyaz, tertemiz, aralarda som altın süsleme ve kabartmalar var. Yeşil kurnalar...İnsanın namaz kılmasa da başlayası geliyor.
Dünyanın en yüksek binası Burj Khalifa'nın önünde fotoğraf çektirdik. Rehberin söylediğine göre binada 100 yıl tam kapasite  çalışılsa bile bina için yapılan masraf çıkmazmış.
Dünyanın en büyük dördüncü alışveriş merkezi olan Dubai Mall'in meydanında her yarım saatte bir  su gösterileri yapılıyor. Oraya kadar giderseniz kaçırmayın derim.
Suç işlenmiyor. Bir huzur ortamı var. İlk kim başlattı, demeden; kavga edenler, sınır dışı ediliyor. 
Safari'ye katıldık. Ciplerle kum tepelerinden kaydık. Bedevi çadırında Hint kınası yaptırdık.
Palmiye adası, Yelken otel, Umman denizi...
İster inanın ister inanmayın tüm bunları üç  günde yaptık.
Gittiğimiz ülke Arap ülkesiydi ben de yazımı bir Arap atasözü ile bitireyim:
"Çok yaşayan çok görür, çok gezen daha çok görür."