Adı Hakkı. Bir rivayet Akyazı’da doğmuş, başka bir rivayete göre Trabzon Tonya’da. Tonyaca bildiğine göre ikinci rivayet (% 51) kuvvetle muhtemel ki dağa doğrudur. Bıçağının önünün arkasının kesmesi de belki buna işarettir.

Yaşı, doğum tarihi şimdilik meçhul. Yaşının yetmiş beş olduğu söyleniyor. Çifte gözlük kullanmasına, ‘fi tarihinde bir gün’ diye söze başlamasına, konuşurken asırlık çınar havasıyla konuşmasına bakılırsa,el-hak doğru olmalı. Özetle, altmış kesin de fazlası muhtelif…

Adapazarı İmam-hatip Lisesi’nden mezundur. Sınıf arkadaşları yüzlerce, binlercedir; yedi yıllık okulu on küsur yılda bitirince, neredeyse sınıf arkadaşı olmayan öğrenci yok gibidir. İşin doğrusu sınıf arkadaşlığı da doyumsuzdur; kırk sene sonra bile her sınıf arkadaşı onunla ilgili en az on hâtıra anlatabilir. 

Birkaçını nakletmek isterim. Sene 1976. Lise üçteyiz. Sosyoloji psikoloji felsefe dersimize henüz mezun olmuş bayan bir öğretmenimiz giriyor. Sınıf üç böümh^lainde sıra bütününden oluşuyor: Pencere tarafı, orta bölüm, duvar dibi. Ben orta bölümün sonlarında, Hakkı Ağbi ise sınıfa girişteki duvar dibinin ikinci sırasında Ahmet Çetin ve Mehmet Atılış’la birlikte oturuyor. Benim yazılım iyi, Hakkı Ağbi ise felsefe grubundan zorlanıyor. İkinci yazılıda benden rica etti,benim yazdıklarımdan kağıdına kopya çekme düşüncesiyle, beni kendi sırasına oturttu, A, B, A olduk. Aramızda Mehmet Atılış var, ikimiz de A’yız yani. Neyse yazılı yapıldı. Kâğıtları teslim ettik. Ertesi hafta öğretmenimiz okuduğu yazılı kâğıtlarımızı bizlere dağıttı. Eksiklerimizi yanlılarımızı görelim diye herhalde. Ben bir baktım ki hocamız benim notumu eksik toplamış; yedi buçuktan sekiz olacağına, altı buçuktan yedi vermiş, yanitoplama hatası yapmış;hemen fırladım öğretmen kürsüsüne. Aynı anda Hakkı Ağbi de koştu geldi, meğer onda da durum aynıymış; altı buçuktan yedi olacağına beş buçuktan altı imiş. Bayan öğretmenimiz bizim ‘hocam eksik toplamışsınız, lütfen düzeltin’ uyarımız üzerine, ikimizin de kâğıdını eline aldı, yanyana koydu. ’Ben de sizi bekliyordum zaten’ dedi ve parmağıyla altı kırmızı çizgiyle çizili satırları işaret ederek ekledi: ‘Bu kâğıtlar ne böyle? Yaptığınızın adı kopyadır!’ Meğer Hakkı Ağbi, benim kâğıdın neredeyse aynısını, satır satır kelime kelime harf harf kendi kâğıdına geçirmiş. İtiraz edelim diye notlarımızı da eksik toplayarak avlamış bizi. Suçüstü yakalanmıştık. Hakkı Ağbi aldı sazı eline: ‘Hocam, ben anamdan emdiği sütü hatırlayan biriydim. Ama iki sene önce ağbim trafik kazasında vefat edince, şoka girmişim hafıza kaybına uğradım. Ben de evliyim, üç çocuğum var. Bir de omuzlarımda ağbimin ailesinin yükü…‘; öyle bir ağlandı ki, tecrübesiz bayan öğretmen etkilendi; ‘tamam, ikinizi de affediyorum. Ama Hakkı bari şurasını izah et. Adam Hobbas kim? Onu çıkartamadım?’ Meğer yazılı sınavdaki bir soruda benim yazdığım cevaptaki Adam Smith ve Thomas Hobbas adlı iki ayrı teorisyeni, Hakkı Ağbi, -konuyla pek alakası bulunmadığından- kopya çekerken tek kişiye dönüştürmüş, birinin adını diğerinin soyadını alarak. Sınıfı da bizi de öğretmenimizi de aldı bir kahkaha.

Hakkı Ağbi’ninjipi çok meşhurdu 1978 baharında, son sınıf öğrencisiyken biz. Stadyum-Serdivan - Kazımpaşa arasında az binmedik o düldül jipe. Jip dediysem, doğru anlamanız için şu kadarcığını da söylemeliyim; muhtemelen 1939-44 arası gerçekleşen II.Cihan Harbi’nden kalma bir araç olmalıydı; jip mi bizi daha çok taşıyordu, biz mi inip de jipi itiyorduk, tartışmalıydı. Her yolculukta birkaç defa durup ittiğimiz ise gerçekti. Şimdi kırk sene sonra bakıyorum Hakkı Ağbi’nin altında yine jip var, hem de en afilisinden. Demek jipsevgisi evladiyelikmiş ağbimizde.

Kopyaları çok meşhurdu Hakkı Yıldırım’ın. En çok da kaskalın, koskocaman, gepgeniş kravatın iç kısmına dikiş iğnesiyle tutturduğu çarşaf çarşaf kopyalıklar. ‘Hayatta en hakiki mürşit kopyadır’ vecizesi de onunla girmiştir literatüre. Hatta bir gün ilçenin milli eğitim müdürüne giderek, ‘gençliği iyi eğitmek istiyorsanız ilk işiniz kopyayı serbest bırakın. Kopya çok iyi bir öğrenme yöntemidir. Benim kopyadan öğrendiklerim, derste öğrendiklerimden kat kat fazladır’ dediği, bu sözler karşısında ise ilçe milli eğitim müdürünün şaşkınlıktan koltuğundan düştüğü söylenegelmektedir.

Lise öğrenciliği yıllarında uygulamalı hitabet dersinde şehrin en büyük camilerinden birinde âteşin vaaz verdiği, cemaatin galeyana geldiği, namaz kılmayan-oruç tutmayanlar için söylediği ‘meşin ceketliler, kuş beyinliler’ hitabıyla namaz sonrası cemaatin sokaklara döküldüğü, bir kısmının lehine, bir kısmının da aleyhine okula doğru yürüyüşe geçtiği hâlâ bir şehir efsanesi olarak anlatılmaktadır.

Bir doksanlık boyuyla okulun mehter takımında sancak taşıdığı, sancak değilse bile tuğ salladığı, o da değilse davulcu Cevat Kavas’ın önünde zurna çaldığı rivayeti bir başka efsane olarak okul tarihinde yerini almıştır şimdiden. Boy dedik de,  biz öğrenciyken bize dev gibi upuzun boylu poslu biri görünürdü Hakkı Ağbi; o hepimizin herkesin bütün okulun ağbisisanki. Geçen gün ailece ziyaretimize geldiklerinde fark ettim; aslında boyu 1.55 imiş. İnsan zamanla çekiyor kısalıyor küçülüyor demek ki…

Eskiler ‘insanın isminden nasibi vardır’ derler. El-hak doğrudur. Yaşım elliyi geçince bir şeyi daha fark ettim: ‘İnsanın adı kadar soyadından da nasibi vardır!’; Hakkı Ağbi de aynen öyledir; yani hem hakkıdır, hem yıldırım.

Hakkı Ağbi’nin karakterinin başat ögeleri; babacanlık, karizma, liderlik.İkinci üçte ise; her Karadenizli gibi cesaret, samimiyet ve mizah düşkünlüğü gelir.

Geçen hafta ziyaretimize geldiğinde küçük oğlu Abdülhamit’in 6 hazirandaki düğününe davet etti bizi ve ekledi: ‘Salonu da tuttum, her şey hazır.’ Baktım, düğüne kırk beş gün var. ‘Gelin nereden, kimlerden ağbi?’ diye sordum, sormaz olaydım: ‘Gelini istemeye gitmedim daha. Haber gönderdik, ‘istemeye geleceğiz’ diye, ‘gelmesinler’ demişler. Ben de salonu tuttum. Bir kere gidip isteyeceğim, verirlerse verirler, yoksa başka bir gelin bulacağım oğluma. Daha kırk beş günü var önümüzde’; işte Hakkı Ağbi’nin iş bitiriciliği budur, böyledir, bu kadardır!..

Hakkı Ağbi; yaşayantürbe olduğu kadar da yaşayan Nasreddin Hoca’dır. Ama Nasreddin Hoca’nın Trabzon’da doğanından. Temel’in amca oğlu. Kendisinden dinleyelim: ‘On beş sene kadar önceydi. Rahmetli annem sağ daha. Bir akşam eve yemeğe gelemeyeceğim. Eve haber vereyim dedim. Ev telefonuyla aradım, seksen yaşlarındaki annem açtı telefonu, kulakları da iyi duymuyor. Derdimi anlatmaya çalışıyorum ama bir türlü anlamıyor. Baktım annem beni tanıyamadı sesimden. Aklıma şaka yapmak geldi. ‘Hakkı yok mu evde?’ dedim, ‘Yok, gelmedi daha işten’ dedi annem. ‘O Hakkı’nın ben ta karısını…’ diye kalayı bastım, annem öfkelendi ‘Hakkı senin karının…’; ben ‘ hayır ben Hakkı’nın…’, annem ‘Hakkı senin…’; annem iyice sinirlenmeye öfkelenmeye titremeye başladı, kalp hastası da, ‘Anneeeeee, ben Hakkı Hakkı’ deyince, annem bir yandan gülmeye başladı, diğer yandan ‘Allah senin belânı vermesin, muzır çocuk’ diye söylenmeye…’

Canayakın, insancıl, demokratiktir de Hakkı Yıldırım; toplumun geleceğiyle de yakından ilgili ve çözümcüdür; ‘Fahri, gençlik yoldan çıktı iyice. Geçen gün baktım on dört, on beş yaşında gençler ellerinde sigara, kravatlar fora. Basacaksın tokadı, hiç acımayacaksın bunlara.’

Memleketçidir, memleketseverdir, ezana bayrağa düşkündür. Türkü hastasıdır. Gençliğin pek türkü dinlememesinden de mustariptir: ‘Bu gençlik hep Batı müziği dinliyor, türkü dinleyen yok! Basacaksın bunlara tokadı; zorla türkü şarkı dinleteceksin bunlara’, ‘bir soru sorabilir miyim Hakkı Ağbi?’, ‘Tabii, buyur Fahri’ciğim’, ‘Sen babanın, dedenin dinlediği müziği mi dinliyorsun ağbi?’, cevabı kızı Elif verdi: ‘Ne güzel bir soru sordun Fahri Amca!’

Doğru adamdır düzgün adamdır dürüst adamdır Hakkı Yıldırım. Devletini milletini tarihini seven, onlara bağlı, bağımlı adamdır.

Kafası biraz kestirmeden çalışır, hızlı çalışır, çabuk sonuç alma yönünde çalışır. Örneğin; önce balkonu yapar, sonra odayı, en sonra da üç katlı evi. Bize ters gibi görünse de, o hep kestirmeden gittiğinden her şey ona düz görünür.

Yiğit adamdır; yüreği de bileği de güçlü adamdır; arkadaşı 1.95’lik 110 kiloluk Şefik’i, 1.55 boy 52 kiloluk fiziğiyle defalarca yendiğine şahittir arkadaşları.

Cesaretin, zekânın ve karizmanın cüsseyle ilgisi olmadığının canlı delilidir Hakkı Ağbi.

O arkadaş meclisinin, dost meclisinin, ilçe meclisinin neşesi, huzuru, moral kaynağıdır.

Lakapları da tam ona yakışır cinstendir: Fi Hakkı, Cennet Kuşu, Yiğido!

En önemli özelliğini de en sona bıraktım: Adeta yaşayan türbe olma özelliğini: Dert Babasıdır o!

Sokağında mahallesinde caddesinde ilçesinde çevresinde kimin ne derdi varsa ona koşar, ona anlatır, ondan medet umar. Hakkı Yıldırım ‘Allah rızası içün’ elinden geleni yapar. Çok da dua almıştır.

Çok ziyaret edildiği için de sınıf arkadaşı Fahri Tuna’ya göre ‘yaşayan türbe’dir. Bir başka sınıf arkadaşı Şükürsüz Şükrü’ye (Sevinç) göre; ‘kesilen kurbanların etleri bize gelmediği sürece Hakkı Baba Türbesi gayrı meşru hükmündedir.’

Kim ne derse desin!

Hakkı Yıldırım; Akyazı’nın dert babası.

Yaşayan türbesidir!