Gönül ehli profesör.

Âlim, ârif, âbit.

Gönlüyle düşünür, aklıyla hisseder.

Bilindiğinin aksine, insanoğlu ‘bir damla sevgi’den yaratılmıştır. Buna bir örnek gösterin deseniz bana, ilk göstereceğim kişi tartışmasız Ahmet Güner Sayar olmalıdır.

Hani herkesin sevmesi için,  herkesçe ‘sevilmek için’ yaratılmış insanlar vardır, on binde bir, yüz binde bir; Ahmet Güner Sayar onlardan biridir işte.

Adının hakkını veren biridir o, şahidiz; ‘çok hamdeder’ gerçekten.

Bilenler bilir: Futbolcunun ‘çift ayaklısı’ (iki ayağını da kullanabileni) yahut ‘çift taraflı’ (hem defans hem hücum) oynayabileni makbuldür. İşte Ahmet Güner Sayar, çift ayaklı, çift taraflı, çift kanatlı biridir: Pozitif bilimlerle manevî bilimleri bünyesinde, gönlünde, ruhunda meczetmeyi başarabilen ender fanilerdendir.

Yozgat’tan İslâm Hukuku okumaya İstanbul’a gelip Fatih’e yerleşen kadı Yusuf Bahri Efendinin torunu, Yozgat’tan edebiyat okumak için İstanbul’a gelip Yusuf Bahri Efendiye damat olan şair Abbas Sayar’ın tek çocuğudur.

Bohem, arada sırada eve uğrayan şair-romancı bir babanın tek oğlu olarak büyümek, bin bir zorluğu, yokluğu, yoksunluğu da bünyesinde barındırır elbet, hakkı âliniz var efendim. Minik de bir anekdot: Yine uzunca, çok uzun bir süre sonra evine uğradığında, duvardan fotoğrafının indirildiğini fark eden koca şair, eşine sitemlidir: ‘Ooooo, sadaretten indirilmişiz’; çilekeş Hayrünnisa Hanımefendinin cevabı da birinci sınıftır: ‘On sene sonra da olsa, evinizi hatırlamanızaçok sevindim efendim!’ Ana-oğul İstanbul’un hâlâ İstanbul olduğu 1950’lerde ayakta kalabilmenin ‘şanlı bir örneğini’ verirler.

İki üniversitesi vardır onun; biri İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, diğeri Fatih Camii haziresi. Çocukluğundan itibaren her sabah okula giderken, her akşam eve dönerken, Fatihalar bağışlamaktan ve mezartaşlarını seyretmekten büyük haz alacaktır.  Belki de bu hususiyet, hassasiyet ve kurbiyet onu ileride iki kanatlı, iki dünyalı, iki cihanla adam olmaya götürecektir.

İki Allah dostunun, iki medeniyet sevdalısının, iki ârif ve âlimin rahle-i tedrisinde, gönül eğitiminde, kalbinin atışında büyüyecektir: Biri asistanı olduğu İktisat profesörü Sabri Ülgener, diğeri İslam sanatlarının hâmisi ve yaşatıcısı Ordinaryüs Profesör Doktor Süheyl Ünver. Süheyl Bey ile o kadar yakın olacaklardır ki, bu aşka, sabra, bağlılığa şahit olanlarca ‘Ahmet Bey, Süheyl Bey’in nüfusa kaydettirmediği oğludur’ şeklinde nitelendirilecektir. İstanbul, üç dört yıl gibi kısa bir sürede de olsa, uzun, upuzun bir başka ölümsüz muhabbete sahne olacaktır: 1970’lerin kargaşasındaki Fethi Gemuhluoğlu-Ahmet Güner Sayar dostluğu! Ve o harikulâde dostluktan, ruhunda büyük depremler oluşturan bir sitem de kalacaktır geriye: ‘Sen isyankârsın, sen iltifat bekliyorsun! Bizde iltifat ağyara yapılır, halbuki sen yarsın!’

Yirmi yüzyılın ilk çeyreğinde doğmuş Süheyl Ünver’den Cemil Meriç’e, Abdülbâki Gölpınarlı’dan Fethi Gemuhluoğlu’na… her birisi semamızda ayrı birer yıldız olan zevat-ı kiramla birçok hâtıralara sahiptir. ‘Osmanlı İstanbul’u’nu temellük etmiş ender zenginliklerimizdendir o. Bu hâtıraların kitaplaşmasını beklemek bu ülke gençliğinin hakkıdır diye düşünenlerdeniz elbet.

İçinde bulunduğu yokluklar varlığa, sözler muhabbete, duygular mehabete dönüşecektir zamanla; yok oldukça var olmayı başaracaktır Ahmet Güner Sayar.

Yüksek lisans, doktora derken, doçentlik profesörlük unvanları gelirken, gün gelecek ‘dünya evi’ne girecektir, ‘şair oğlu’ vasfına mütenasip bir tercihte bulunacaktır Ahmet Güner Sayar: Şairler Sultanı Mevlânâ’nın yirmi ikinci kuşaktan torunuNeslipir Hanım. Artık ‘canının cananı’nı bulmuştur; bu güzel tercihi Yüce Mevlâ da güzeller güzeli bir prensesle ödüllendirecek, taçlandıracak, bereketlendirecektir: Canan Sayar.

Düşünürken, konuşurken, işlerken tek bir korkusu vardır: ‘Gayretullah’a dokunmak!’ Düşünürken, konuşurken, işlerken bir tek amacı vardır: ‘Allah’ın keyfini gıcır etmek.’

İstanbul Fatihli olduğundan mıdır bilinmez, fetih ruhuyla doludur her daim yüreği.

Hayatı iki unsur üzre bina edilmiştir adeta: Kitap ve hitap. Hem kitabîdir, hem hitabî; neyi ne zaman anlatırsa anlatsın, ister onuncuya ister yüzüncüye anlatsın; bal şerbeti gibi leziz bir üslupla adeta yudumlaya yudumlaya dinletmesini başarabilenlerdendir.

Müeddep bir kalemi, müeddep bir kelâmı, müeddep bir selâmı vardır. Kitapları, makaleleri, sohbetleri ilmek ilmek, buram buram, kelime kelime halis bir İstanbul Türkçesi ile işlenmiştir; telezzüz, tefekkür, terennüm etmeye doyamayacağınız…

O bir İstanbul, o bir Fatih, o bir Hırka-i Şerif delikanlısıdır; zarafeti, hitabeti ve mehabeti ile kaybolmaya yüz tutmuş ‘Son İstanbullu’ların halis muhlis örneğidir.

Biraz ağır işitmesi kulaklarının akıl ve gönül hızına ayak uyduramamasındadır.Saçının apaklığı, yüreğinin rengindendir.

Sevgi ve gönül ehli olduğunu söylemiştik: Bizzat şahit olduğum bazı kerametlerinden söz etmeyeceğim. O bizim dünyadayken müjdelenmiş, sebepleri meçhul kendileri mâlum ‘erbaayımübeşşere’mizden, yani ‘dört cennetliğimiz’den biridir. Onun yetişmesinde annesinin, Hasan Duruer’in yetişmesinde onun, onu tanımamız ve sevmemizde Hasan Duruer’in hakkı ödenmez, ödenemez.

Vizyon adamdır, ufuk adamdır, medeniyet adamdır o!

Hemen herkes yaşadığı yüzyılın adamıdır; Ahmet Güner Sayar ise yaşadığı bin yılın: ‘Elli yedi sene sonra Medeniyetimizin bu topraklardaki bininci yılını idrak edeceğiz. Unutmayalım arkadaşlar, önümüzdeki bin yıl da bizimdir, bizim olacaktır!’

O bir mukaleme, muarefe, musahabe üstadıdır.

O bir gönül, kalp, yürek adamıdır.

O bir ilm, hilm, fehm adamıdır.

‘Kün’, ‘çün’ ve küll’ sırrına vâkıf ‘bir’idir.

Bir ‘sevgi’ adamıdır o.

O ‘Sevgili’den armağandır bizlere.

Sevgimiz, sevincimiz, sevdiğimizdir.