Sakarya nasıl bir Türkiye mozaiği ise ben de bir Türk insanı mozaiğiyim…

Benim yaşadığım gelgitler, benim yaşadığım kafa karışıklıkları birçok ülke insanının yaşadığı açmazların özetidir aslında…

Bir türlü bir yere ait olamama hissi ile bir yere haddinden fazla bağlı olma hissi arasında gidip geliyoruz…

Bir tarafımız ifrat, bir tarafımız tefrit…

Kahir ekseriyetimiz milliyetçi ve muhafazakâr…

Milli ve manevi değerlerle yoğrulmuşuz birçoğumuz…

Ama bu değerleri kimin temsil ettiği ve de nasıl temsil ettiği gibi hususlarda ayrışıyoruz…

Muhtelif zamanlarda sürekli değişen zihin dünyamdan bahsetmişimdir…

İlk gençlikten bu yana geçirdiğim evreleri bilen bilir…

Uzun tecrübeler sonucunda benim de gelip dayandığım çizgi milliyetçi-muhafazakâr çizgidir…

Lakin zaman zaman solcu damarım da ortaya çıkmıyor değil…

Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğine inandık; ülke için de, ümmet için de umut olduğuna iman ettik…

Hemen her seçimde -bazılarında son dakikada da olsa- kendisini destekledik...

Lakin bizim de rahatsız olduğumuz noktalar yok değil…

Örneğin sürekli “aldanmaya” yönelik itiraflar beni rahatsız ediyor…

Çözüm sürecinde aldanma, FETÖ konusunda aldanma, Suriye politikasında aldanma, Zarrab meselesinde aldanma, Barzani konusunda aldanma, Davutoğlu-Gül hususunda aldanma…

Aldanma babam aldanma!

Evet, Müslüman aldatmaz ama aldanabilir…

Fakat bunun da bir haddi hududu olur…

Ülkemizde bilhassa eğitim konusundaki başarısızlıklar, hukuk konusundaki adaletsizlikler, eleştiriye tahammülsüzlükler her daim canımı sıkmıştır, sıkmaya da devam etmektedir…

Kullanılan dile, takınılan tavra, benimsenen yöntemlere itirazım vardır…

Bilhassa ehliyetsiz, sadakatsiz ve liyakatsiz insanlarla kadrolaşmak beni çileden çıkartmaktadır…

Ne zaman içimde kopan bu fırtınaları dışa vursam ve sesimi yükseltsem ya duvara tosluyorum ya da eller üstünde buluyorum kendimi…

Ne zaman inancımı ve motivasyonumu kaybetsem, ne zamanki ayağım hafiften kaymaya başlasa ya Zeki Toçoğlu tutup kaldırıyor ya da milletvekilleri (Yavuz, Üstün, Uncuoğlu) çekip çıkarıyor beni düştüğüm kuyudan…

Sağ olsun “Fena halde Reisçi” arkadaşlar da her daim boza pişiriyor ensemde…

Dalgalı sudaki kayık gibi bir o yana bir bu yana yalpalayıp duruyorum…

Ama kesin kararlıyım ki bundan sonra fazla konuşmayacağım…

Suyu bulandırmayacağım…

Zira seçimler yaklaşıyor…

Memleket üzerine oynanan oyunlar ortada…

Zaten tabiat itibariyle “biat etmeye” uygun bir yapım var…

Öyle üst perdeden “akılcı ve liberal” geçinip Erdoğan gibi bir lideri savunma pozisyonuna düşerek kendi kendisiyle çelişen güruhtan değilim hamdolsun…

Bizde emir demiri keser…

Büyük sözü dinlemeyi de, hocamızın önünde diz çöküp boyun bükmesini de, gassalin önündeki meyyit gibi durmasını da biliriz evelallah…

Madem Devlet Bahçeli de son sözünü söyleyip Reis’ten yana tavır aldı, biz de safımızı belli edelim artık…

Tıpkı Ülkücülerin yıllarca söylediği gibi:

Ezan susmaz diyen

Bayrak inmez diyen

Şehit ölmez diyen

Birileri (Recep Tayyip Erdoğan) var…

Venedik Komisyonu kararlarıymış, Kopenhag kriterleriymiş, ileri demokrasi ve insan haklarıymış, hukukun üstünlüğüymüş, kuvvetler ayrılığıymış, eğitimmiş, rasyonalizmmiş, liberalizmmiş, akılcılıkmış falan…

Boş versenize Allah aşkına!

Mevzu bahis vatansa gerisi teferruattır kardeşim…

AK PARTİ’NİN TROYKASI

Tam da yalpalamaya başladığım dönemde üç Ak Parti milletvekilini radyo programıma konuk ettim:

Ayhan Sefer Üstün, Ali İhsan Yavuz ve Recep Uncuoğlu…

Sayelerinde kafamdaki bazı sorulara cevap bulma imkânım oldu…

Ayhan Sefer Üstün’ün eleştiriye açık pozisyonu beni her daim memnun etmiştir…

Ali İhsan Yavuz’un da ikna kabiliyeti fevkaladenin fevkindedir…

Recep Uncuoğlu’nun sarf ettiği cümleler ise adeta bamteline dokunur insanın…

Bu üç milletvekili Ak Parti için gerçekten büyük bir şans…

Zaten öyle olmasa partide üst kademelerde görev almazlardı…

Ayhan Sefer Üstün bugüne kadar genel başkan yardımcılığından komisyon başkanlığına kadar çok önemli görevlerde bulundu…

Hâlihazırda Yüksek Disiplin Kurulu üyesi…

Ha keza Ali İhsan Yavuz milletvekili olduğu günden beri mutlaka genel merkezde önemli bir görevde…

Son olarak Genel Merkez Seçim Koordinasyon Kurulu (SKM) başkanlığı gibi hayati önemi haiz bir kurulun başına getirildi…

Recep Uncuoğlu zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beyin takımı arasında, 50 kişilik MKYK’nın üyeliğini yapıyor…

Bu troyka daha uzun yıllar bu ülkeye, bu şehre ve bu partiye hizmet etmeyi sürdürecektir diye düşünüyorum…

Bu denli genç yaşlarda olup bu denli tecrübeye sahip olmak da her babayiğidin harcı olmasa gerek…

TEBESSÜM SADAKADIR

İki tip insandan hiç hazzetmem:

Birincisi parayı çok seven ve bir o kadar cimri olup beş kuruşun dahi hesabını yapan insanlar…

İkincisi de sürekli kaşlarını çatıp mahkeme duvarı gibi suratla dolaşan insanlar…

Hele ki yönetici pozisyonunda isen yüzün gülecek kardeşim…

Öyle sinirli sinirli dolaşıp da milleti kaçırtmayacaksın…

Herkes korkmadan, çekinmeden yanına yaklaşıp derdini, sıkıntısını anlatabilecek sana…

Yoğun bir iş yükü altında ezilsen de, hatta bazen yapabilecek bir şeyin olmasa bile bir tebessümü çok görmeyeceksin insanlara…

Bu manada şanslı bir il sayılırız…

Valimizin her daim yüzü gülüyor maşaAllah…

Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu da gördüğüm en mütebessim insanlar arasında…

Hoş, kızdı mı da tam asıyor muncurlarını ama genelde güler yüzlü…

Milletvekillerimizin yüzü de genellikle hep gülüyor…

Diğer belediye başkanlarımız da sınıfı geçiyor…

Sivil toplum kuruluşu temsilcilerimiz de güler yüzlü…

Fevzi Kılıç ve Levent Bülbül’ü saymazsak il başkanlarımız da öyle…

Fevzi Kılıç genelde hep somurtkan, Levent Bülbül ise adeta barut gibi…

Hepimizin derdi, tasası, sıkıntısı var…

Hepimizin sinirlendiği, kızdığı durumlar olabiliyor…

Lakin “İnsanlara tebessüm etmeniz de bir sadakadır” buyurur Peygamber Efendimiz (Aleyhissalatü vesselam)…

Bu nedenle mümkün mertebe güler yüzlü olmaya gayret edelim…

Bakın benim rahmetli Hüseyin ağabeyim nasıl da güzel gülüyor (Selim Gündüzalp)…

Rabbim mekânını cennet eylesin…

DEDİKODULAR DEVAM EDİYOR

Geçen hafta “AK Parti’de kim nereye aday” başlıklı bir yazı kaleme aldım…

Elime geçen kulis bilgilerini ve kulağıma gelen dedikoduları derleyip topladım…

Üstüne basa basa da “bunlar dedikodu kardeşim” diye vurguladım…

Buna rağmen “Ben niye yokum, beni niye aday göstermedin” şeklinde ya da “Ben niye oradayım, ben niye diğer pozisyonda değilim” gibisinden serzenişler dinledim gün boyu…

Takip eden günlerde de adeta dedikodu bombardımanına tutmaya başladılar beni…

“Bak şöyle bir dedikodu da var… Bak şunu da yaz… Bak şu ihtimali de gündeme getir” gibisinden bir yığın dedikodu üfürüldü kulağıma…

Bakın arkadaşlar, her zaman her zaman olmaz bu işler…

Gıybet, dedikodu falan bunlar hoş şeyler değil…

Allah günahlarımızı affetsin dedik ama siz hala üstüme gelmeye devam ediyorsunuz…

Lütfen işi şirazesinden çıkarmayalım…

Hele bir seçimler yaklaşsın, o zaman gene konuşuruz…