Her şey bir rüyayla başladı…

Bundan seneler evveliydi…

Bir gece rüyamda Mahmud Efendi Hazretleri’ni gördüm…

Rüyadan ziyade kâbus desem yeridir…

Zira pek de iyi şeyler söylememişti bana Efendi Hazretleri…

“Ne yapayım, ne edeyim” diye düşünürken bir arkadaş vasıtasıyla Mahmud Efendi’nin Sakarya vekili olan Adem Şener Hocaefendi’ye ulaştım…

Hiç unutmuyorum, hayli sıcak bir gündü ve Poyrazlar Gölü’nde bir piknik etkinliği düzenlemişlerdi…

Hocaefendiye kendimi tanıttım, sonra da rüyamı anlattım, bir mana vermesini rica ettim…

Hakkımda genel bir bilgi aldıktan sonra rüyamı yorumladı…

Biraz ferahlasam da tam bir rahatlama hissetmedim yaptığı yorum sonrası…

“Allah dostu bir zatın sana ikazı var. Bazı hususlarda biraz daha dikkatli olman gerekiyor. Onların ne olduğunu en iyi sen biliyorsun” dedi bana…

Bu ilk tanışmamızdan birkaç hafta sonra ikinci karşılaşmamız da tam bir tevafuk oldu…

Bir gün Hendek’te dönemin belediye başkanı Ali İnci ile sohbet ediyorduk…

Gördüğüm rüyayı Ali başkana da anlattım…

Kendisi hemen ayaklanarak, “Anlaşılan Mahmud Efendi seni yanına çağırmış. Hadi kalk gidiyoruz” dedi…

Atladık arabaya ve Beykoz Çavuşbaşı’nın yolunu tuttuk…

Efendi Hazretleri’ni gördükten sonra merdivenlerdeniniyordum ki Adem Hoca’yla karşılaştım…

“Senin ne işin var burada” der gibi hayretle yüzüme baktı…

Ramazan ayıydı…

Daha sonra hep birlikte Çavuşbaşı’ndaki evde iftar yaptık…

Adem Hoca’yla olan bağım orada daha da kuvvetlendi…

Daha sonra sohbetlerine gitmeye başladım…

Gel zaman git zaman Adem Hoca’nın başkanlığını yaptığı Sakarya Erenler İlme Hizmet Vakfı benim de program yaptığım Hür FM’i satın aldı…

Benim de orada olduğumu görünce Adem Hoca, “Sen programlarına devam et, bizi bırakma” dedi…

Böylece ben de kıyısından köşesinden aralarına girmiş oldum…

İlk karşılaşmamızdan yıllar sonra birlikte umre yapmak da nasip oldu…

Anlattıkları kadar varmış gerçekten…

Adem Hoca ile umre yapmak öylesine feyizli, öylesine bereketliydi ki hiç bitsin istemedim…

Sadece birkaç saat uyku uyumama rağmen ne yorulduğumu anladım, ne de en ufak bir usanma hissine kapıldım…

Umre üstüne umre, tavaf üstüne tavaf, namaz üstüne namaz, sohbet üstüne sohbet…

Yılların vermiş olduğu tecrübe yanında, Efendi Hazretleri’nin rahle-i tedrisatından geçmiş olmanın verdiği kuvvetli ilimle tam sünnet-i seniyyeyeittibalı bir umre yaptırdı bize Adem Hoca…

Dedim ya, hiç bitsin istemedim…

Adem Hoca’yla Mekke’de, Medine’de her bir araya gelişimde o ilk günkü karşılaşmamız ve bugüne kadar yaşananlar gelip geçti gözlerimin önünden…

Kurban olduğum Allah’ım ne yolları aştırıp, ne rüyalar gördürüp, ne hadiseleri vesile edip de beni Adem Hocamla karşılaştırdı ve onun sayesinde kutsal topraklarına çağırdı…

Allah Ademhocamdan da, cemaatinden de razı olsun...

Rabbim eksikliklerini göstermesin…

Allah herkese Adem Hoca’yla umre yapmayı nasip etsin…

VEHBİ HOCA’NIN NASİHATİ

Bursa’da bir medresede görevli Vehbi Torlak Hocaefendi ile umrede tanıştık…

Nur yüzlü, güzel sözlü, Efendi’nin yolunu takip eden tam bir İsmailağa hocasıydı…

Görür görmez dikkat kesildi bana…

Çok mübarek bir adam olduğum için değil ha, saçım uzun olduğu için…

Baktı ki bağlamışım saçları, arkadan da topuz yapmışım hemen yanaştı yanıma…

“Bu saç ne oğlum” diye inceden başladı vaazlarına…

Sadece bana değil, benim gibi saçı uzun olan oda arkadaşım Abdullah’a da her gördüğünde nasihat ediyordu…

Ne zaman bir araya gelsek saçımızın uzunluğu ile ilgili bir şeyler anlatıyordu…

Ali Haydar Efendi’den alıntıladığı bir söz hayli etkiliydi açıkçası…

“Nenen gibi saç uzatacağına, deden gibi sakal bırak” diyordu bana…

Günler geçtikçe Vehbi hocayla ilişkimiz daha da sağlamlaştı…

Vedalaşırken de Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” sözünden yola çıkarak, “Anladık ki göründüğün gibi biri değilsin. Su saçları kes, sakalı bırak da olduğun gibi görün be evladım” diyerek son hamlesini yaptı…

Sadece Vehbi Hoca değil Adem Şener hoca da başından sonuna kadar kafayı kazıtmam için uğraş verdi…

Bense hocalarımdan daha çok dua etmelerini istedim…

Zira bu konuda nefsimi bir türlü yenemiyordum…

Şu saçları da kazıtaydım iyiydi ama maalesef yapamadım…

Belki de nasip bir başka umreyedir, kim bilir…

FATİH PİSTİL’İN İDDİASI

Kâbe’yi ilk gördüğüm ve umre için Adem Hoca’yı beklediğim esnada Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Daire Başkanı Fatih Pistil yanaştı yanıma…

“Vay sen de mi buradaydın, vay ne güzel bir tevafuk” diyerek sarıldık birbirimize…

Aynı otelde kalıyorduk…

Namaz vakitlerinde de aynı otobüse binip Kâbe’nin yolunu tutuyorduk…

Her otelin kendine ait bir servisi vardı ve bu servisler otobüsler eliyle gerçekleşiyordu…

Zaman zaman trafikten, zaman zaman şoförlerden kaynaklanan sıkıntılar oluyordu…

Bu tür hadiselerin birinde otobüsten inerken, “Bu tip sıkıntılar bizim otobüslerde yaşansa canımıza okurdun yazılarınla” dedi bana…

Hayli iddialı bir şekilde, “Bana verseler çok küçük birtakım hamlelerle bu servisleri düzene sokarım” demekten de geri durmadı…

Güzel bir anı oldu, bu vesileyle umre arkadaşı da olduk kendisiyle…

Lakin Fatih Pistil dua etsin ki ben artık Korucuk’ta oturmuyorum…

Şayet evim hala Korucuk’ta olmuş olsaydı hayatı boyunca unutamayacağı bir umre yapmış olurdu kendileri…

CAN YOLDAŞIM MUSTAFA

Adem Hoca’nın damadı Mustafa Kahraman benim en çok kahrımı çeken insandır bu camiada…

Atom karınca gibi bir oraya, bir buraya koşturur durur…

Adapazarı’nda derdi sıkıntısı bitmeyen bendeniz gibi vesveseli adamın kutsal topraklarda rahat durması da beklenemezdi haliyle…

“O nasıl olacak, bu nasıl olacak, şunu nasıl yapacağım, bunu nasıl edeceğim” diye diye canından bezdirdim Mustafa’yı…

Ama sağ olsun bir kere bile of demedi bana, her sorumu sabırla cevapladı, her müşkülümü çözdü…

Beni Kâbe’de görür görmez hemen yan yana fotoğraf çektirip altına “Rabbim cennetinde de buluştursun” yazıverdi…

Mustafa da umre yapmamdaki en büyük vesilelerden biriydi…

Allah kendisinden razı olsun…

O artık sadece dert ortağım değil, aynı zamanda can yoldaşım oldu benim…

Rabbim nice umrelerde buluştursun Mustafa!