Hayat ilginçtir. İlginç sürprizlerle de doludur çoğu kez. O sürprizlerdir çoğu kez hayatımızı güzelleştiren.

Kim bilebilirdi ki, Pirlepeli Mehmet Aga’nın, 1928’de Manastır’dan Adapazarı’na göçtüğünde, gariban bir köfteci-yoğurtçu dükkânıyla aslında bir ‘lezzet imparatorluğu’nun temelini atacağını.

Üsküp, Manastır, Resne, Gostivar, Kalkandelen’in; Edirne, Rize, Sivas, Kütahya, Bilecik kadar bizden, bizle, bizce olduğu asırlar bitmiştir; artık Osmanlı da yoktur, Osmanlı Makedonya’sı da. Balkanlarda Müslümansanız, ister Türk olun ister Arnavut, ister Boşnak olun ister Makedon; hayat hakkı kalmamış, yeni devletlerin ceberrut ve baskıcı, dinsiz imansız taarruzlarına maruz kalmışsınız demektir. O yılların Makedonya’sında namaz kılmanın, oruç tutmanın, bayram günlerinde baklava yapmanın yasak olduğunu;“baklava yaptılar mı acaba” diye askerlerin ev ev arama yaptığını, geceleri Müslüman hanelerine Makedon, Bulgar, Rum çetelerin baskınlar yaptıklarını söyleyeyim; gerisini varın siz anlayın artık. Canın namusun şerefin tehlikede olduğu yıllar…

PirlepeliMehmedAga da Osmanlı İkinci Ordusu’nun merkezi Manastır’da ve ona bağlı kaza olan Pirlepe’deyaşanmazlığın farkındadır. Kardeşi Ahmet Çanakkale’ye gitmiş, dönmemiştir. İki kız kardeşi ve eşi Nedime Hanım’ı yanına alan Köprülülü Mehmet, Anadolu’ya, beş yaşındaki genç Türkiye Cumhuriyeti’ne sığınanlardandır. Genç devlet bu genç aileyi Adapazarı’na, Ozanlar Mahallesine iskân edecek, bir de ev verecektir. 

Yıl 1928’dir. Mehmet Aga iyi bildiği işi yapacak, Kömürpazarı’nda bir yoğurtçu ve köfteci dükkânı açacaktır. Hane halkına ilk sözü de şu olacaktır: ‘Artık Arnavut değilsık. (değiliz)Biz de Türk’sük…’

Rızkı veren Allah’tır. Yeter ki gayret elden bırakılmaya, azim terkedilmeye. Yaradan bu güzel aileye, Mehmet-Nedime çiftine;Sabahattin, Sebahat, Saadet, Nezahat, Semiha, İsmail adlarında ikisi erkek dördü kız, altı evlat bağışlayacaktır. 1934’te Soyadı Kanunu çıkınca, onlar için kolaydır soyadı seçmek. Geldikleri ilçenin adını alırlar; Köprülüoğlu.

Hepsi güzel terbiyeli ahlâklı çocuklardır. Ama en küçükleri, 1937 doğumlu İsmail, daha bir başkadır. Daha sosyal daha fedakâr daha arkadaş canlısıdır. Bir yandan babasına yardım ederken diğer yandan amatör kümenin en acar en seçkin en enerjik futbolcularından birisi olmuştur. İsmail büyümüş serpilmiş askerliğini yapıp gelmiş kocaman adamdır artık. 1924 Mübadelesinde Selanik’ten Adapazarı’na göçen Şekerci Ömer Bey’in güzel kızı Bilsen Hanım’a kaptırır gönlünü, Bilsen Hanım da bizim İsmail’e. Evlenirler. Ulu yaradan birbirinden iyi kalpli üç pırlanta armağan edecektir onlara: Emel (1962), Yavuz (1965), Cem (1969).

Köfteci Aile’nin en küçüğü İsmail Köprülüoğlu şansını önce İstanbul’da, Beyoğlu’nda dener. Hatta büyük oğlu Yavuz o günlerde Beyoğlu’nda doğacaktır. Ama anlar ki İstanbul ona göre değildir. Ata yurdu, ana yurdu Adapazarı’na döner; 1966 sonlarında, Adapazarı Uzunçarşı’dan Kapalıçarşı’ya geçişte, solda, ilk aradaki dükkânı açar. Köftelerin lezzeti kadar İsmail’in güler yüzü, cana yakınlığı, cömertliği, vefa ve kadirşinaslığı ile dükkân kısa sürede dolup taşar, bir süre sonra da küçük gelmeye başlar.

Bir de güzel anı o günlerden: 1975’de Orhan Camii’ye müezzin olarak atanan, Yaşayan Nasreddin Hoca lâkaplı Hâfız Hasan Çolak, kısa zamanda bazı Uzunçarşı esnafıyla beraber Köfteci İsmail’le de dost ahbap olmuştur. Her sabah on-on beş kişilik grup hâlinde, namazdan sonra Köfteci İsmail’e çorba içmeye giderler. Devamını oğul Yavuz Köprülüoğlu’ndan dinleyelim: “Ailemizin hocasıdır Hasan Çolak Amca. Beni de Cem’i de Kur’an’a ona gönderdi babam. Nikâhlarımızı Hasan Hoca’m kıydı, çocuklarımızın isimlerini ezanla o koydu. Ailemizden biridir. Sene 1978. Hasan Hoca’m ve arkadaşları her sabah Uzunçarşı’daki dükkânımıza babama çorba içmeye geliyorlar. O kış soğan fiyatları beş altı kat artıyor. Kilosu on beş liraya çıkıyor. Neredeyse bir baş soğan bir çorba fiyatına.Hasan Hoca’m meşhur yalazalarından birisini daha devreye sokuyor: ‘Arkadaşlar gazetede okudum dün. Bir Tıp profesörü açıklamış. Soğan kanseri önlüyormuş. Ben artık her sabah çorba ile bir baş da soğan yiyeceğim.’ Herkes ‘madem öyle, bundan sonra biz de yiyelim’ diyorlar. On beş kişi geliyorlar dükkâna çorba içmeye: ‘İsmail, bir çorba, bir baş da soğan. Kansere iyi geliyormuş ya soğan.’ Hepsi bir ağızdan… Babam yutkunup duruyor ama bir şey de diyemiyor. Bir sabah iki sabah üç sabah... En sonunda rahmetli babam patlıyor: ‘Arkadaşlar, siz kanser olmayacaksınız diye sayenizde ben kanser olacağım. Bir anlaşma yapalım sizinle. Siz benden soğan istemeyin, ben de sizden çorba parası almayayım. Yoksa iflas edeceğim bu gidişle…’ Tabii herkes tezgâhı kuran Hasan Hoca’ya bakıp makaraları koyuveriyor.”

1982’de PTT Sokağının sonunda sağ başta köşede, ikinci dükkânını açar İsmail Köprülüoğlu. İkinci dükkân birincisinden sekiz on kat büyüktür. İsmail Bey’e artık her akşam evde Bilsen Hanım’la çocuklar da yardım ederler; geceleri hep birlikte evde köfte hazırlarlar, gündüz dükkânda halka sunarlar. Her şey güzeldir, her şey huzurludur, her şey yolundadır ya; 1983 yılında emir büyük yerden gelir, Dedem Korkut’un lisanınca ‘gelimligidimli, ölümlü kalımlı dünya’dan göçer ötelere, koca dev gibi sapasağlam adam. Şehri büyük bir hüzün, üzüntü, hicran kaplamıştır.  Bir kere daha öğrenilir ki ölmek için hasta olmak yataklara düşmek gerekmez. Artık iki dükkân da, Bilsen Hanım ve üç çocuk da, önce Allah’a sonra da Adapazarı eşrafına emanettir. 

Emel, Kocacık göçmeni Adnan Çelikel ile daha yeni evlidir. Yavuz on yedi, Cem on dört yaşındadır babaları ötelere göçtüğünde. Ağır yük, Bilsen Hanım’ın omuzlarındadır. Rabbimin yardım, dostlarının aracılığıyla zorluklar kolaylaşır, müşküller aşılır. İşin sırrı tevekkülde, iktisatta, dürüstlükte ve birlik beraberliktedir. Vefadadır, saygıdadır, ‘köftenin hakkını vermekte’dir. Anne Bilsen Köprülüoğlu‘hem anne olur hem baba.’ Gençler de annelerine zerre karşı gelmezler. Bereket birliktedir, birlikledir, Bir’dedir. Alır yürür, gelir gider, büyür; işler de aile de imkânlar da hayır hasenat da.

Yavuz, Ömer Bey’in kızı Selda Hanım ile evlenir; Cem, Ziya Bey’in çinicilik mezunu kızı Ebru Hanım ile. Şimdilerde Psikolog olan kızına Özge adını verir Yavuz, üniversiteye hazırlanan yakışıklı oğluna babası ve kardeşinin adını İsmail Cem.Cem-Ebru çiftinin çocukları ise Ece, Eren, Esmanur’dur.

1999 Depremi sonrasında Çark kıyısında üç katlı işyeri açılır. Buüçüncü dükkândır. Her dükkân eskisinin on, hatta yirmi katı büyüklüğündedir. Artık şehrin ulusal bir markasıdır yeni işyerleri. Ne isim verilecektir. Vefatının yirminci otuzuncu kırkıncı senesi de olsa, vefa abidesi üç çocuk anneleriyle birlik olup babalarının adını verirler: Köfteci İsmail.

Köftesi kadar kabak tatlısı, köftesi kadar sütlü nuriyesi, köftesi kadar şırası, zeytinyağlı acılı sosu ve mekânın ambiyansı ile de özeldir orası.

Kısa sürede sadece vilayette yaşayanların değil, İstanbul-Ankara arasında seyahat edenlerin de uğrak noktası oluverir. Hafta sonları İstanbul’dan kaçanların sığınağı, Galatasaray, Fenerbahçe, BJK’nin otobüsle seyahatlerinde mola noktasıdır Köfteci İsmail artık. Israrlı istekleri üzerine Hakan Şükür’e İtalya’ya, Tuncay Şanlı’ya İngiltere’ye uçakla ambalajlı ıslama köfte kabak tatlısı gönderir Yavuz mesela. Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlara ili temsilen özel yemek sunumları, ikramları olur.

Yavuz da Cem de köfte doçentidirler çekirdekten, hiç kuşkusuz. Yavuz İstanbul’da Yeditepe Üniversitesi Gastronomi Bölümü’nde ders de verir iki yıl. Profesörlüğe yükselir, anlayacağınız.

Emel – Adnan çiftinin de üç kızı olur bu arada: Elif, Esra, Serra. Okan Üniversitesi Gastronomi Bölümünü bitiren, ulusal ve uluslararası birçok yemek ödülünün sahibi genç bir kızdır Serra. Dedesi, anneannesi ve annesinden aldığı genetik yeteneği bilgiyle, bilimle ve çalışkanlıkla birleştirerek daha yirmi dördünde adından söz ettiren bir aşçıdır şimdiden. Şu an Okan’da yüksek lisansını yaparken, bir yandan da Sakarya Üniversitesi’nde haftada bir gün ders vermektedir.

Anne Emel Köprülüoğlu Çelikel de müthiş bir aşçıdır. Eli çok lezzetlidir bir kere. Özellikle Rumeli yemekleri konusunda olağanüstü maharetli, yetenekli, birikimlidir. Yakından bilenlerden, yemeklerini tadanlardanım ben de. Birçok yemek yarışmasında jüri üyelikleri, Sakarya’yı temsilen fuar tanıtımları, ulusal kanallarda ili temsilen yemek programları, söyleşiler… En sonra 2008’de ‘Rumeli Yemekleri’ adıyla 12’si çorba, 25’i ana yemek, 31’ihamur işi,10’u turşu /salata, 8’i tatlı, 3’ü komposto olmak üzere;89 Balkan yemeğinden oluşan 192 sayfalık şahne bir kitaba da imza atmıştır. Söz konusu kitabıneditörlüğünü ise bu satırların sahibi üstlenmiştir. Emel Hanım’ın kitabının tanıtım toplantısında kendi elleriyle yapıp katılımcılara ikram ettiği çorba, sarmalar ve böreğin muhteşem lezzetini hâlâ dün gibi hatırlamaktayım.

2015’te de şehrin en güzel oteli Ramada’nın altında,şehrin en prestijli restoranını, ‘anne ve üç kardeş’ten oluşan bu ‘güzel çete’ kazandırdı bu şehre. Bir iki yüz yıllık geleneksel bir yemeği, damaklarımıza yeniden armağan ederek üstelik: Tirit Döner.

Ben üç kardeş ve annelerini yakından tanıyanlardanım. Bizlere, çevrelerine, şehirlerine; güzellik, onur, mutluluk katan bir ailedir Köprülüoğlu Ailesi. Yolculuklar seyahatler yaptık, acılarımızda sevinçlerimizde birlikte olduk. Birçok güzel hâtıra, anı, anekdotumuz var. Güneydoğu gezimizin sonunda Mardin Havaalanı’nda Bilsen Teyze’min beni çağırıp; “Dört gündür beraberiz. Seni yakından takip ettim, gözlemledim. Şu elimi öp bakalım. Artık sen de benim oğlumsun.” demesi ve elini uzatıp öptürmesi bir onurdur benim için.

Yavuz’la da çok seyahatlerimiz oldu; Güneydoğu’dan Rumeli’ye. İnanılmaz derecede uyumlu, sabırlı, mütevazıdır. Urfa’da beş yıldızlı otel yerine, Balıklıgöl’e bitişik bir tarihi odada uyduruktan bir şilte ile sabahlayışımızı, Gaziantep’te han han dükkân dükkân, gazetede daha önce okuduğu bir söyleşiden haberdar olduğu acı biberi arayışımızı, saatler sonra buluşumuzu, kalitesine ikna olunca da bir buçuk ton sipariş verişini. Lezzet için ilçe ilçe, şehir şehir, ülke ülke gezişlerimizi. Edirne’de Orta Kapı’nın altında Köfteci Adnan’ı keşfini ve onunla saatlerce sohbetini… Hepsini hatırlıyorum, hepsine tanığım.

‘Cem Ağbi’ denilen evin en küçüğü Cem’in aslında organizasyonun kilit ismi olduğunu; ‘köfte profesörü’ olarak her gece dört dükkân için de köfteleri onun ürettiğini, eti ta Maraş’tan seçip getirttiğini biliyorum…

‘Üç saç ayağının üzerinde bir saçtır’ durumları aslında. O saçta pişer köfte, o saçta pişer hayat, o saçtan dökülür bereket. Gözleriyle yönetmektedir aslında Bilsen Teyze imparatorluğu. Çoğu kez işaretler, jest mimikleriyle, söze bile gerek kalmadan.

1928’de başlayan, 1966, 1982, 2001 ve 2015’te sıçramalar yaşayan; hem lezzet hem de çevre ilişikleriyle, şehirlerine kattıkları değerlerle çok güzel ve çok özel bir ailedir Köfteci İsmail Ailesi.

Hem dünü hem bugünü hem yarını yaşamakta, yaşatmakta, göstermektedirler bizlere.

Hem dünümüz onlar bizim, hem yarınlarımız.Hem yerelimiz hem ulusalımız.Hem komşumuz hem akrabamız.Köfteye hayat veren köfteyle hayat bulan bir imparatorluk onlarınki.

Hem hepsini hem de ayrı ayrı her birini sevdiğimiz bir ailedir; iyi ki varlar, iyi ki çevremizdeler.