24 Mayıs 1982 tarihinde yapılan “TÜRK-İŞ Başkanlık seçimlerinden” bir gün önce, yani 23 Mayıs 1982 tarihinde ( 12 Eylül 1980 Askerin idareye el koyduğu yıllar ve o zamanki Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in  devletin başında bulunduğu tarihler) Milliyet Gazetesinin “Aktüalite” ekinin 2. Sayfasında yayınlanan, TÜRK-İŞ Başkanlık seçimlerine yönelik, “TÜRK-İŞ’ DE BAŞKANLIK TARTIŞMASI SÜRERKEN” başlıklı yazımı, aradan geçen 37 yıl sonra tekrar yayınlıyorum.

           O tarihlerde TÜRK-İŞ başkanı İbrahim Denizcier idi ( 1979- 1982 yılları arasında TÜRK-İŞ Başkanlığı yapmış, 1983 yılında vefat etmiştir. Mevla rahmet eylesin, taksiratını affetsin inşallah) ve 24 Mayıs 1982’de yapılan Genel Kurul ile başkanlığa Şevket Yılmaz seçilmişti.

            İşte 37 yıl önce “Miliyet-Aktüalite” de yayınlanan o yazımız, işçilerimize ve sendikalara o tarihlerde  bakışımız:


           “TÜRK-İŞ’DE BAŞKANLIK TARTIŞMASI SÜRERKEN

          Tarih boyu insanlığın hayatında iş ve işçinin ne denli önemli olduğu, hiç kuşkusuz herkesçe bilinmektedir.

          Ekonominin temeli, kalkınmanın ilk eli ve üretim faktörlerinin  en önemlisi, daima işçiler olmuştur.

          Bu denli öneme haiz bir kesim, hakları söz konusu olduğunda, aynı öneme haiz olamamıştır.

           Her devirde, gerek hükümetler, gerek ilgili diğer kuruluşlar bu nadide topluluğa tercüman olamamış,  daima işverenin yanında yer almıştır.

           Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.), “İşçinin emeğini, alın teri kurumadan veriniz,” “İşçi ve İşveren aile fertleri gibi davranmalıdır” gibi Hadis-i Şeriflerinin ruhuna hiçbir zaman vakıf olunamamıştır. Yine “ Karnı aç iken, tok yatan bizden değildir” Hadis-i Şerifine mazhar olunamamıştır.

            İslam’ın çok yüce, “insanların Hak huzurunda eşitlik ilkesi” bir türlü kabullenilmemiştir.

            Nihayet şu günler de yine işçi meseleleri gündeme gelmiş, işçileri temsilde yarışlar başlamıştır.

            Başlamıştır,  ama gerçekten sahip çıkılmak istenmemekte, koltuk savaşı verilmektedir.

            Devletimizin yok olmasını engelleyen ( 1980 Askeri müdahalesine, Ordunun devlete el koymasına bendeniz, kardeşin kardeşi öldürdüğü, binlerce gencimizin “sağ-sol “ kavgasında katledildiği o karanlık günlerde, akan kanın durması, kardeş kavgasının son bulması, yok olan devlet düzeninin sağlanması, kaybolan asayişin tesis edilmesi ve “anarşi ve kan dursun da ne olursa olsun” anlayışı ve çaresizliği içinde askeriyenin idareye el koymasına sevinmiştim) 12 Eylül’den sonra varlığına müsaade edilen  yegane iki işçi sendikasından biri  TÜRK-İŞ’ tir. (O tarihlerde diğeri de DİSK idi)

             Ama ne yazık ki, Sayın Denizcier başkanlığındaki sendika, işçinin sesi olmak şöyle dursun, patronların sesi olmuş (daha sonraki yıllarda da bu durum maalesef değişmemiştir), kazanılmış hakların kaybına kadar, durum hazin olmuştur.

             Sayın Denizcier; işçinin sesi olamaz, olamayacaktır da.

             Danışma Meclisi’ne bir üye vermekle ( O tarihlerde, askeri müdahale sonrası “Danışma Meclisi” oluşturulmuş, Meclis fonksiyonu bu meclis ile yürütülmüştü), her şeyin hallolduğunu sanmakta,  suskunluğunu sürdürmektedir.

            Bütün bunlardan sonra  Sayın Denizcier, başkanlıktan hala söz etmektedir.

             Artık bu kadro kökten değişmeli, işçileri maddeten ve manen temsil edebilecekler gelmelidir.

             İşçi gibi yiyen, işçinin ızdırabını çeken, işçi gibi giyinen, işçi gibi düşünen, işçinin örfünü,  adetini, gelenek ve göreneğini, inancını taşıyan, çilekeş, elleri öpülmeye değer insanlar, o mazlum insanları temsil etmelidir.” 23 Mayıs 1982, Milliyet-Aktüalite

             Ne dersiniz? 37 Yıl sonra bugün, işçinin hakkı teslim edilebilmekte, insanca bir hayat sürmesini sağlayacak ücret verilebilmekte, sendikalar bu emek kahramanlarını hakkıyla temsil edebilmekte midir?

              Dahası Sendikalar, işçiler için hak mücadelesi mi vermekte, yoksa daha ziyade koltuk kavgası ve bu koltuklar üzerinden ikbal ve istikbal devşirme, hükümetlerle iyi geçinme, koltuk teması ve  TBMM’ne atlama tahtası olarak mı kullanmaktadırlar?

              “İşçisi aç iken tok yatan” bir sendika, seçilmişler ve idare anlayışı değişmiş midir?

               Sendika başkanı olunca, işçileri mi, yoksa kendilerini mi ihya ediyorlar?

               Bu durum, memurlar ve memur sendikaları için de aynı değil midir?

               Belediye başkanları, vekil, bakan ve başbakanlar için durum farklı mıdır?

               Şüphesiz istisnaları vardır, ama biz genelden bahsediyor, geneli soruyoruz!

               Bendeniz 40 yıla yakın kamu görevi yaptım. Hem de teknik eleman sıtatüsünde çalışıp, ücretlendirildim. Günde 12 saatin üstünde ve ekseriyertle hafta sonları da çalıştım. 40 Yıl sonra hala bir ev sahibi olamadım ve kiradayım.

               Bunca uzun sene kamu görevi yaptığım halde, neden ihya olamadım?