İnput, Output Derken Az Daha Okuldan Atılıyordum
Bilenler bilir; kopyayla mopyayla işim olmaz! İki kopya istisna! Biri, Elektronik Hesap (şimdiki adı Bilgisayar Programlama) dersi. Ben ortaokul ve lisede Almanca okumuşum. Fortant IV diye bir dil öğretiyorlar ki her şey İngilizce. Bilgisayar icat edilmiş ama Türkiye’ye girmiş mi girmemiş mi henüz belli değil. Hocamız fotoğrafını gösterdi sadece. Bir de delikli kartlar getirdi. İNPUT, OUTPUT, İF gibi komutlardan bahsediyor ama bizim gibi Almanca okumuşlar, öküzün trene baktığı gibi bakıyoruz. Bir kaldım, iki kaldım, üç kaldım, dört kaldım; her seferinde A veya B gelir diyorum, hep D hep D geliyor ve kalıyorum. O zamanlar finale 5 kez girebiliyoruz; son hakkıma girdiğimi, okuldan neredeyse atılmak üzere olduğumu söylediğim üst sınıftan, ODTÜ’den bize menkul, Kırıkkaleli Veysel ağbimiz (Karafilik) cankurtaran gibi yetişiyor imdadıma. Şansım da yaver gidiyor, Elektronik Hesap finalinde biz kantine düşüyoruz, kararlaştırdığımız üzere pencere dibine oturuyorum, yarım saate kalmadı, Veysel ağbimiz geliyor, güya pencerenin pervazına yaslanmış gibi yapıp bana çaktırmadan 1 a, 2 b, 3 c vesaire vesaire gösteriyor. 96 ile geçiyorum. Bir bu vardır ofsaytım. Bir de Siz de mi Brütüsler?
Abdullah Gül’den ‘Siz de mi Brütüsler?’ Bakışı
İkincisi, en önemlisi ve her aklıma geldiğinde yüzümün kızardığı kopya meselesi ise kağıt değiştirme vakasıdır. Abdullah Gül adında bir hocamız var, Rahmetli Prof. Dr. Sabahattin Zaim Beyefendinin dört İktisat asistanından biri kendileri. Bir diğer İktisat asistanı, oda arkadaşı, sırdaşı, can dostu Sami Güçlü. Her ikisi de gece gündüz MTTB’nin (Milli Türk Talebe Birliği) Sakarya Şubesi’nden ‘has ağbileri’miz. Abdullah Gül hocamız, o günkü adıyla ‘Milletlerarası İktisadi Teşekküller’, güncel adıyla ‘Uluslar arası Ekonomik Kuruluşlar’ dersimize geliyor. AET (o zaman henüz AB değil), İMF, Dünya Bankası vs gibi kurumların dünü bugünü vs. anlatılıyor. Derken vize günü geldi çattı, aynı gün bir diğer dersten vize daha olduğundan ben o derse ağırlık verdiğimden Abdullah Gül hocamızın dersine çalışamadım. Sınıfımızda yine bir başka MTTB’li Rauf Memiş’le dertleşiyoruz. Durumu anlatınca ‘sen bana bırak Fahri Tuna, kolay iş o’ dedi. ‘Nasıl?’ deyince, ‘ben ne dersem sen onu yap yeter’ dedi. Anlaştık.
Abdullah Hocanın Bize Verdiği Ömür Boyu Müebbet
Ders saati geldi çattı, vize sorularını/kağıtlarını dağıttı Abdullah Hoca. Ardından kürsüye oturdu gazete okumaya başladı. Rauf’la ben arka arkaya pencere dibinde en arkadayız. Bir on beş dakika kadar ya geçti ya geçmedi, Rauf ‘Fahri çaktırmadan kağıdını bana ver’ dedi, verdim vermesine o da kağıdını bana uzattı, güya benim sınav kağıdıma da cevapları yazacak. Ama o kadar acemiyiz ki, Abdullah Gül Hoca, kağıt hışırtısını fark etti, başını kaldırdı, bize doğru baktı, tahminim odur ki bizi gördü. Ben içimden ‘eyvah rezil olduk’ dedim ve kulaklarıma kadar kızardım. Birkaç dakika sonra Abdullah Gül kürsüden kalktı, ama bize doğru değil de diğer boşluğa geçti, yavaş yavaş, bakalım neler yazıyorlar bakışıyla tek tek bütün öğrencilerin kağıtlarına baka baka dolaştı. Biliyorum gelecek ve bizi bulacak. On dakika kadar yavaş yavaş aralarda dolaşan Abdullah hoca, en son bize geldi, kağıtlarımıza baktı, tahminim emin oldu, yüzü kıpkırmızı oldu, bir Rauf’a baktı bir bana. Nasıl utandım, nasıl utandım, anlatamam; Abdullah Gül’ün bakışları karşısında küçüldüm, küçüldüm, küçüldüm. Toplu iğne başı kadar kaldım. Bakışlarından şunu okudum ‘Güya MTTB’lisiniz, inançlı çocuklarız diyorsunuz, bu yaptığınız nedir, sizler de mi ey Brütüsler? Yakışıyor mu size. Şimdi sizi sınıfa rezil edip ceza verebilirim, bu kolay, daha ağır bir ceza veriyorum, kağıtlarınızı almayarak ömür boyu vicdan azabı cezası veriyorum size…” Toplu iğne başı kadar küçüldüğüm o halimle, ‘Ver Rauf ver,’ dedim, ‘rezil olacağımız kadar olduk, ver…’ Yıllar sonra 11.Cumhurbaşkanımız oldu o dersin hocası Doç. Dr. Abdullah Gül. Ne zaman televizyonda görsem, ne zaman bir gazete fotoğrafında karşılaşsak, kağıt değiştirme vakası aklıma gelir, için için utanır, yüzüm kızarır, kendi kendime söylenir dururum. Keşke sıfır verip rezil etseydin be Abdullah hocam, bu ceza çok daha ağır oldu bana.
Hasan Mutlucan’ın Davudî Sesinden Kahramanlık Türküleri
İkiden üçe geçiyoruz, Haziran’da geçebildiklerimizi geçmişiz, Eylül bütünleme finallerindeyiz. Okçular’dayım, günlerden Cuma. Saat 14.00’te İktisat-II finali var, Abdullah Gül başkanlığında bir heyet, daha doğrusu Rahmetli Prof. Dr. Sabahattin Zaim Hoca’nın 4 asistanı, doktorayı tamamlamak üzere olan –en kıdemli- asistan Abdullah Gül’ün öncülüğünde bir kurul yapacak. Gece boyunca çalışmışım, 70-80 alıp geçmem muhtemeldir. Sabah kalkmışım, ütü yapıyorum. Radyoyu, kısa dalgayı açtım, sanırım Sofya Radyosu. İstek türkü programı var bir yandan çünkü…. Dikkatim elimdeki kömürlü ütüde; git gel, ileri geri, yaka kol… Radyoda mehter marşları çalıyor, arada bir ‘Genelkurmay yönetime el koydu’ diye bir haber veriliyor, ben de düşünüyorum ki ‘gene Pakistan’da ya da bir Afrika ülkesinde askerler darbe yapmışlar, bana ne’ deyip kulak şapırdattım. Ama mehter marşları çalmasına da akıl erdiremedim. Derken Hasan Mutlucan, o Davudî sesiyle ‘yine de şahlanıyor, kol başının da kırrrr atııııı’ diye türküler tutturmasın mı? Derken bir kulak kabartım ki, o da ne? Darbe bizim memlekette olmamış mı? Meğer Kenan Evren yönetime el koymuş…
Kenan Evren Darbe Yapmış Meğer
İyi ama o gün Abdullah Gül bize İktisat-II sınavı yapacak, sonra da Gürsel Kaya ile Muhasebe-II çalışacağız, ardından da Gülseren ile buluşacağız! Otobüsler çalışıyor mu acaba? Cep telefonu şöyle dursun, o zamanlar evinde telefon olanlar bile sayılı. Çaltepe’sine geldiğimde durumun vahametini ancak kavrayabildim: Meğer sokağa çıkma yasağı varmış, ilçeden Adapazarı’na gidip- gelen otobüsler de iptal edilmiş… Allah Allah; la havle çekip köye döndüm. Dönüp radyoya kulak verince bir de ne göreyim: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, kuvvet komutanlarıyla birlikte Demirel Hükümeti’ni devirip askeri darbe yapmış; yıllardan 1980, aylardan on iki Eylül, günlerden de Cuma. Çankaya’da Tanıdık Bir Cumhurbaşkanı
Darbe tarihinin üzerinden tam otuz iki sene geçmiş. ‘Netekim Kenan’ın (Evren) yönetime el koyması nedeniyle İktisat-II sınavını yapamayan Abdullah Gül, gel zaman git zaman, önce milletvekili, sonra bakan, sonra başbakan, en sonunda Cumhurbaşkanı seçilmiş, Çankaya’da oturuyor. Sınıf arkadaşlarım –sağ olsunlar- beni grup temsilcisi yaptılar, on beş kadar arkadaş adına Çankaya Köşkü’ne müracaat ettim, Prof. Dr. Sami Güçlü hocamızın da delaletiyle randevu verildi. Ve yine bir Cuma günü Çankaya’dayız artık; bıyıkları yeni terlemiş İktisat asistanları Abdullah Gül ile Sami Güçlü artık altmışlı yaşları aşmışlar, bizler ise yarım asrı devirmişiz. ‘Devlet’ kavramının bütün ciddiyetiyle –on gün güvenlik araştırması- önce dış sonra iç kapılarda hatta kat kat ayrı kişi ve sorumlularla karşılanarak- nihayet kabul etti bizi Abdullah hocamız, pardon sayın Cumhurbaşkanımız!
Otuz İki Sene Sonra Çankaya’da Abdullah Gül’ün Yaptığı Yarım Kalan Sınav!
Sami Güçlü hocamız başkanlığında Fahri Tuna, Gürsel Kaya, Abdurrahman Özçelik, Tahir Necdet Çetin, Fatma Yontar Karafilik, Nevin Gündoğar Arıduru, Orhan Torkul, İsmail Hakkı Cedimoğlu, Bekir Sakin, Bayram Topal, Necmettin Arman, Mevlüt Sarıkaya, Yusuf Karaosmanoğlu. Üst sınıf ağbilerimizden de Tır Hikmet (Yıldız) ve Damad-ı kebirimiz Engürülü Veysel Bey (Karafilik)… Çankaya teamülü (geleneği) gereği hepimizin önünde de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı antetli birer dosya kağıdı ve üzerinde T.C. yazan 2HB kurşun kalem. 11. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün tek tek ‘nasılsın, ne yapıyorsun’ soru-cevaplarının ardından ilk sözü ben aldım: “Efendim, 12 Eylül günü bize –hatırlarsanız- İktisat-II sınavınız vardı. Askeri darbe nedeniyle yapamamıştınız. Hepimiz hazırlandık geldik, buyurun efendim, soruları sorabilirsiniz…
” Gül: ‘Hayatımın En Unutulmaz Günleri Adapazarı’nda Geçti’
Başta Abdullah Gül Hocamız olmak üzere Çankaya Köşkü’nde büyük bir kahkaha tufanı koptu. Ve Abdullah Bey yirmi dakika kadar, Adapazarı günlerini, on iki günlük evliyken 12 Eylül Cuma sabahıyla başlayan otuz üç günlük tutukluluk günlerini, Taşkısığı’nda yaşadıklarını, Türkiye’nin geçen otuz iki senelik süreçte büyük oranda normalleştiğini anlattı. Ozanlar Mahallesi’ndeki barakalı asistanlık günlerinden hatırlayabildiği dostlarına… Fabrika Caddesi’ndeki rutubetli alt kattan, Serdivan’da ovaya bakan Şükrü Şumnu’ların komşuluğuna… Yarım saate yakın Adapazarı anılarını bizlerle paylaşan Abdullah Hoca, benim ‘kopya hikâyemdeki müebbet ceza verişi’ni gülerek dinledikten sonra, sözlerini şöyle tamamladı: ‘Şunu açıkça ifade edebilirim ki, hayatımın en unutulmaz günleri Adapazarı’nda geçti!’