I.

Pek bilinmez; yirmi beş yılı aşkın bir süredir Sakarya Ansiklopedisi hazırlıyorum ben. Hani eskilerin bir sözü vardır: Ne yapacağını bilmiyorsan, komşularına bak diye. Ben de öyle yapmaya çalıştım, ulu sözü dinleyerek.

Tam da yirmi dört saat çalışarak 338 (yazıyla üç yüz otuz sekiz) maddesini belirlediğim günlerde Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı’nın ortak yayını olarak ‘Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’nin ilk cildi ilk fasikülü yayımlanmıştı. (30 Ekim 1993, 40.000 tl.) Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin sahibi, Prof. Dr. Semavi Eyice’nin yayın kurulu başkanı olduğu bir çalışmaydı. Çalışmanın hacmini düşünebiliyor musunuz? 336 yazar, 4.300 fotoğraf, 10.000 madde. Bir süre fasikül fasikül edinmeye çalışmıştım. İstanbul Ansiklopedisi çok güzel ve kapsamlı, çok titiz ve örnek bir çalışmaydı. Onu örnek alarak çalışıyordum, genç, cesur, bilinçsiz, henüz otuzlu yaşlarının başında çömez bir araştırmacı olarak. 

On yıl kadar sonra Yılmaz Akkılıç’ın hazırladığı 4 cilt 1.728 maddelik Bursa Ansiklopedisi geçti elime. (Burdef Yayınları, 2002) İyi bir çalışmaydı bu da.

81 ilin içinde acaba üçüncü ansiklopediyi hangi şehir çıkaracaktı. ‘İnşallah Sakarya olur, inşallah benim çalışmam olur’ diye diye dua eder olmuştum. Bakalım 3. il olma sürprizini kim, hangi il başarabilecekti?

Kayseri’den geldi güzel sürpriz. Abdullah Satoğlu adında bir araştırmacı (daha sonraları Kayserili 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün annesi Adeviye Hanım’ın amcaoğlu olduğunu öğreneceğimiz) hazırlamıştı kitabı Kayseri Ansiklopedisi’ni. (Kültür Bakanlığı yayını, 2002).

500 sayfalık, tek ciltlik bir çalışmaydı bu. Maddeleri kısaydı. Bir şair elinden çıktığı da belliydi ama. Kısa öz derli toplu, iyi niyetli bir çalışmaydı.

Hayatta en çok okuduğum ansiklopedi buydu. Nedenini bilemiyordum. Ama bir şeyi iyi biliyordum: Kayseri’yi merak ediyordum oldum olası. Nedendi bu acaba?

II.

Ben 1975’te MTTB’ye intisap etmiştim. Öncümüz merhum Numan Yazıcı Hocamızdı. En çok Necip Fazıl’ın kitapları okutuluyordu bizlere. Büyük Doğu akımının içinde gözümüzü açmıştık Türkiye’ye anlaşılan. Üstadımız Necip Fazıl, Konya’yı kaba softa ham yobaz, Kayseri’yi müteşebbis (girişken) ve aksiyoner insanlar diyarı olarak tanımlıyordu. İçinde bulunduğumuz Büyük Doğu Hareketi, bir İstanbul hareketi olmaktan çok Anadolu, yani Kayseri merkezli / çıkışlı bir hareketti. 1970’lerin ikinci yarısında MTTB Sakarya Şubesi Başkanımız Mustafa Tekelli Ağabey de Kayseriliydi. Örnek, yiğit, mert, gösterişsiz, idealist bir büyüğümüzdü.

SAÜ Teknik Eğitim Fakültesi’nin dekanıyken tanıdığımız sevdiğimiz, akıl kadar edep, bilgi kadar duruş, aksiyon kadar denge adamı Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu’ydu bir başka sevdiğim Kayserili.

Nöryon Bekir? / Nörekkk işte. Sen nöryon? / Hiçç. Nöriym. Benim için Kayseri biraz da, kırk sene önce, sevdiğim iki sınıf arkadaşım Kayserili Rauf’un (Memiş) Sivaslı Bekir’e (Sakin), şöyle gırtlaktan biraz ta derinden boğazdan sorduğu Nöryondu.

TRT’de yayımlanan Gaynanalar’ın Nöri Gantarıydı (Tekin Akmansoy), Nöriye Gantarıydı (Leman Çıdamlı), gevrek gevrek sesiyle Dayı Dayııı diye diye fabrikatör Nöri Gantar’ın etrafında dolaşan muhasebeci Şerafettindi. (Gültekin Gülkan).

Belki de bunlardandı Kayseri’yi sevişim.

Belki de ilk olumlu izdüşümü bunlardı kalbimde Kayseri’nin. Yaşı kırkı aşkın biri olarak belki de en çok bunun için merak ediyor, okuyor, doyamıyordum akşamlarca bu ansiklopediye.

III.

En sevdiğim beş türküden birisi olan Gesi Bağları da Kayseri türküsüymüş mesela:
Gesi Bağlarında üç top gülüm var
Hey Allah’tan korkmaz, sana, bana ölüm var
Hey Allah’tan korkmaz, sana, bana ölüm var
Ölüm varsa bu dünyada zulüm var
     Atma garip anam beni dağlar ardına
     Kimseler yanmasın, anam yansın derdime

Zara söyleyecek ama, yarı ağlamaklı yarı umutsuz yarı çilekeş bir sesle. İçinize koyulacak türkü.

Bu türküyü neden bu kadar çok sevdiğimi hep düşünmüşümdür. Tatmin edici bir cevap da verememişimdir kendime. Galiba sevmenin akılcı bir gerekçesi gerekmiyor demişimdir. Ama illa da birkaç unsur bulunacaksa yârini yitirmişliğin hüznü, zulüm-ölüm ikilemi ve ancak ananın yanacağı çaresiz bir dert sahipliği olabilir. Mi bilemem?

IV.

Hem benim güzel ağabeyim, ne kadar İstanbulluysa ondan daha çok Gayserili olan,  

Saçlarından tuttum gecenin
Yüreğimde ne korku ne keder
İçimde sonsuzluğu bu sevginin
Baktım yüzüne dünyalar değer

O ölüm ötesi kaygılarınla
Bir sevgi kulesidir erişilmez için
Kuru bir dal korkunun uzanışı
Ve ürkek bir tavşan gibi gözlerin

dizelerinin şairi, Dönemeç, Yollar ve İzler romanlarının sahibi, sadece kendi şarkını söyleyen adam, konuşurken bütün bir Anadolu’nun sesi olarak gür kallavi derinden konuşan adam Mustafa Miyasoğlu Ağabeyim de Kayseriliydi evet. Ki 2005’te Necip Fazıl’la İki Gün programımız ve 2006’da Sait Faik Yüz Yaşında Ulusal Ödüllü Öykü Yarışması jüriliği vesilesiyle daha yakın ağbi-kardeş olmuştuk. İnsan tarafı şiir ve romanlarından ileriydi de geri değildi, merhumun.

Şiir bakışlı, şiir duruşlu, şiir susuşlu ağabeyimiz, Hikmet Burcu‘muz, rubai profesörümüz Bekir Oğuzbaşaran’ımız da Kayseriliydi.

Tiyatrocu kuraklığı çeken mahallemizin gösterişsiz ama başarılı yönetmeni, bize millî tiyatroyu gösteren öğreten sevdiren tiyatrocu Hasan Nail Canat da Kayseriliymiş meğer, ne güzel! 

Heredot Cevdet tiplemesi kendi adından meşhur, senaryo yazarı, 6 yaşında göçtükleri İstanbul Kasımpaşa’da büyüse de iliklerine kadar Gayserili ünlü aktör dostum Hasan Kaçan kardeşim de Kayseriliydi.

Bizlere Bir Günde Dört Mevsimi yaşatan şair Sergül Vural’dı, imgeler kraliçesi öykücü Mehtap Altan’dı, Çerkez zarafetini şiirle buluşturan altın kalpli kardeşim Ayşe Akpınar’dı (Nagaple), incir bereketli şair Emel Demirezen’di Kayseri. 

V.

Bir grup edebiyat serdengeçtisiyle beraber 2001-2011 yılları arasında on bir sene 132 sayı (yazıyla yüz otuz iki) aylık Irmak Dergisi’ni yayımlamıştım. Anadolu’da aylık edebiyat dergisi çıkartmanın zorluklarını ancak ve ancak dergiciler bilir, anlar, takdir eder hakkıyla.

İtiraf ediyorum: On bir yıllık süreçte tek kıskandığım dergi Erciyes’ti. Kıskanmamın sebebi teknik ve içerik değildi elbette. Çok sayısal bir şeydi. Ama çok şeydi: Çünkü biz sayı olarak 40’larda iken Erciyes Dergisi 280’lerdeydi: Üstad Necip Fazıl yine haklı çıkmıştı: Kayseri’nin aksiyonerliği yine fark atmıştı diğerlerine. Açık ara hem de. Konya’da Çalı, Tokat’ta Polemik, Bursa’da İpek Dili sayı olarak çok çok gerilerdeydi.  Biz Sakarya olarak ikincilikle teselli bulabildik ancak.

Berceste Dergisi çıktı sonraları Kayseri’den. Bu kez gıpta ile takip ettim. Takdirle. Daha şiir, daha edebiyat, daha medeniyetti zira. Daha dergiydi. Emeği geçenlere bin tebrik ve teşekkürler.

Bir gün telefonum çaldı. Genç bir öğretmen arıyordu. Adı Hakan Sarı’ymış. Arkadaşlarıyla dergi çıkartacaklarmış. Adını Ihlamur koymuşlar. Benden küçük bir yardım istiyordu. O konuşurken ben günler aylar yıllar öncesine gittim. Zira 17 Ocak 2001 tarihinde ilk sayısıyla okurlarına merhaba diyen dergimiz Irmak’ın ismini koyarken, Mustafa Emircan’ın önerisine altı, benim önerim Ihlamur’a bir oy çıkmıştı. Demek hayalim Ihlamur hayat buluyordu. Çocuklar gibi sevinçliydim.

Ihlamur zamanla 96’ıncı sayıya ulaştı. Üstelik ulusal birçok dergiden eksiği yok fazlası vardı. Benden de portreler istedi Hakan kardeşim zaman zaman. Hiç tereddütsüz verdim. Zira Irmak öz evladımsa Ihlamur da üvey çocuğumdu. Kıramazdım. (Laf aramızda, Hakan Sarı kardeşim büyük bir kadirbilirlik ve vefa göstererek Ihlamur’un 84. Sayını (Kasım 2019) Fahri Tuna Özel Sayısı yapmış, 8 ülkeden 43 şair ve yazara beni yazdırtmıştı. Ne vefalı ve yiğit adamdır Hakan Sarı.)

Özetle Kayseri dergicilikte Erciyes’iyle Berceste’siyle Ihlamur’uyla Türk edebiyatındaki yerini fazlasıyla almıştı.

VI.

Evet; bir ansiklopedi, Kayseri Ansiklopedisi sevdirmişti bu şehri bana en çok.

Kayseri ticaret kadar da edebiyat, sanayi kadar da dergicilik, alım satım ustalığı kadar da medeniyetti benim için artık.

Bir şehri ansiklopediden sevmek böyle bir şeydi belki de.

Böyle derin, böyle içten, böyle kalpten